2. çeyrek büyüme verilerinin anlamı
Türkiye ekonomisi açısından en kritik verilerden birisi olan büyüme bu hafta açıklandı. İkinci çeyrekte Türkiye ekonomisi yüzde 7,6 oranında büyümüş. Yani Türkiye sınırları içinde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değeri ki gayrisafi yurtiçi hasıla olarak tanımlıyoruz, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 7,6 artmış. Yaklaşık yüzde 5-5,5 düzeyindeki potansiyel büyümenin üzerinde bir performans gelmiş. Sayısal olarak anlamlı ama niteliksel açıdan değerlendirdiğimizde acaba aynı tespiti yapabiliyor muyuz?
Soruyu yanıtlamaya çalışayım. Öncelikle şu gerçeğin altını çizmeliyiz. Son yıllarda uygulanan ekonomi modelinin birincil amacı büyüme. Dolayısıyla Merkez Bankası da kanununda açıkça vurgulanan fiyat istikrarı ana hedefini bir kenara koydu ve para politikalarını tamamen büyüme hedefine göre tasarladı.
Bu yüzden faiz tarafını sıkılaştırmak yerine gevşetince doğal olarak belli değişkenleri feda etmek zorunda kalıyor. Neleri feda ediyor derseniz, malum ilk sıraya enflasyonu koymalıyız.
Temmuz ayı itibarıyla enflasyon ise yüzde 80 sınırında. Diğer feda ettiği değişken ise cari açık... Hatırlayacağınız gibi politika faiz oranını düşürerek rekabetçi kur ile ihracatı artıracak ve turizm gelirlerinin de katkısıyla cari fazla verecek bu da kur düşüşüne bağlı olarak enflasyonu düşürecekti. Temmuz ayı itibarıyla dış açık 62,2 milyar dolara, cari açık ise 32,4 milyar dolara ulaştı.
KÜÇÜLME TEHDİT OLMAYACAK
Bu açıklamalardan şu çıkarımları yapabiliriz.
Birincisi küresel ekonomi için tehdit olan küçülme hatta stagflasyon Türkiye için geçerli olmayacak. İkincisi Suudi Arabistan'dan sonra en çok büyüyen ülke olmamız uygulanan politikalara bağlı olarak doğal sonuçtur. Daha açık bir ifadeyle diğer ülkelerin düşük büyüme hızında kalmalarının ya da negatife düşmelerinin nedeni fiyat istikrarını önceliklendirmeleri ve bu paralelde parasal sıkılaştırma yapmalarıdır.
Aynı politikalar uygulanarak farklı sonuç elde etme diye bir durum söz konusu değil. Gelelim büyüme rakamlarına... Üç yöntemle hesaplanıyor büyüme verileri; gelir, üretim ve harcama yaklaşımları. Gelir yaklaşımından ulaşılan büyümeden toplumun kesimleri ne kadar pay aldıklarını görebiliyoruz. Ücretli kesimin payı düşerken sermayenin aldığı pay yükselmiş.
Bileşik kap kuralı... Bir kesimin fazla alması için diğer kesimin az alması gerekiyor. TÜİK'e göre işgücünün aldığı pay yüzde 32,6'dan yüzde 25,4'e gerilemiş. Buna karşın sermayenin payı yüzde 47,6'dan yüzde 54'e çıkmış.
FİNANS VE SİGORTACILIK ÖNDE
Üretim yaklaşımından ise büyümedeki katkının hangi sektörlerden geldiğini izliyoruz.
Bu yüksek büyümede en fazla katkı birinci çeyrekte olduğu gibi finans ve sigortacılık sektöründen gelmiş. Bu da kuşkusuz doğal bir sonuç... Çünkü Merkez Bankası'ndan düşük maliyetle aldıkları likiditeyi Hazineye ve gerçek tüzel kişilere yüksek orandan plase ediyorlar.
Sonuçta yüzde 500'lere varan karlara ulaşıyorlar, büyüyorlar. Sanayi kesimi yüzde 7,8 büyüme ile ortalamanın çok az üzerine çıkabilmiş.
Ne yazık ki tarım yüzde 2,9, inşaat ise yüzde 10,9 küçülmüş. Kısacası Türkiye ekonomisinin lokomotifi yine finans kesimi olmuş.
Harcama yaklaşımı ile iç ve dış talep kompozisyonu ortaya çıkıyor. Yani üretilen mal ve hizmetlerin ne kadarı yurtiçi yerleşikler ne kadarı da yurtdışı yerleşikler tarafından tüketilmiş bunu görüyoruz. Yine ilk çeyrekte olduğu gibi harcamaların büyük kısmı yurtiçi özel tüketimden gelmiş. Demek ki enflasyon yükselecek beklentisiyle tüketimlerin öne çekilme eğilimi sürüyor. Zaten Merkez Bankası'nın 22 Ağustosta yayınladığı beklenti anketinde yıl sonu enflasyonu yüzde 70,6'a yükseltilmişti. Özel kesimin harcamalarının da kritik sonuçları var; hane halkı borçluluk oranları artıyor. Aynı zamanda cari açık yükseliyor.
Buna karşın net ihracatın katkısı 2,7 puan olmuş ki bu da olumlu bir gelişmedir.
Sözün özü matematiksel değer olarak anlamlı olan büyüme verisi niteliksel olarak biraz düşündürücü...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.