Hepsi kültürlü bir aile topluluğunu oluşturan bireyler. Turgutlu'dan 1940'lı yılların başlangıcında gelmişler, kendi çapında işyerleri, fabrika, muayenehane, teknik resim atölyeleri oluşturmuşlar.
Bayraklı üstadı Adil Akçamlı'nın anlattığına göre, Niyazi ve Zühtü Dinçsoy doktor, Tahir Dinçsoy DDY'de tren şefi, Orhan Dinçsoy tercüman ve tekniker, Halit Dinçsoy mühendis, Turan Dinçsoy tercüman, Tanıl Dinçsoy eczacı, Sayıl Dinçsoy fabrikatör, Tahir Arif Dinçsoy teknik ressam..
Adil Akçamlı anlatır:
"Çocukluğumda karşı köşedeki bakkal dükkanında tombul ve şakacı bir Tahir amcamız vardı. Küçük, mütevazı bakkal dükkanını işletirdi. Yanında durup onun kişilerle muhabbetini dinlemek beni çok mutlu ederdi. Oysa arkadaşlarım o sırada boş tarlada cincibiri, çelik çomak oynarlardı. Tahir amcanın her sözü ilgi çekerdi. Nüktedandı, her yaptığı nüktenin bir anlam taşıdığını yıllar sonra anladık.
***
Değil Bayraklı'da, İzmir'de de diş hekimi pek azdı. 1950'li yıllarda annem, babam dahil kimse protez diş kullanmazdı. Bu arada mahallede diş hekimi yerine, sahte protez yapan uyanıklar türemişti. Fırsatı ganimet bilen uyanıklar küplerini doldururken, yine 1950'li yıllarda Necip Erol isimli bir diş teknisyeni Bayraklı'da mesleğini icra etmeye başladı. Diploması yoktu ama Bayraklı'ya gelmeden önce İzmir'de bir diş doktorunun yanında çalışmıştı.
Birgün "Tahir Efendi kolay gelsin" diyerek Sabriye Hanım dükkana geldi.
"Duyduğuma göre, sende güzel pirinç varmış. Bir kilo verir misin. İçinde taş filan olmasın haaa" demişti.
Hal hatır sorulduktan sonra Sabriye Hanım filesine pirinci koyup kapıdan çıkarken, Tahir amca oradaki arkadaşına dönerek seslenir:
"İlahi Sabriye Hanım, sanki ağzında diş varmış gibi konuşuyor."
Bayraklı'dan anılar
Hüseyin Öcek'in bal arıları
Hüseyin Öcek'in Anadolu Caddesi'nde bakkal dükkanı, arkasında evi ve evinin de güzel bir bahçesi vardı.
Hayvanlara meraklıydı. Güvercinlerin taklacı ve azman cinslerini, tavşanların her türünü büyük ihtimamla beslerdi.
Bahçenin dört köşesi arı kovanlarıyla çevrilmişti. Balını satarak yan gelir sağlardı. Parkın yanında olduğundan ayrıca bir masraf gerektirmez, arılar parkın içindeki çiçeklerden beslenirdi.
Bir gün dip komşusu Kıymet Hanım gözlerini faltaşı gibi açarak hışımla dükkana girdi. O güne kadar yıllarca komşuluk yapmışlar, ancak Hüseyin Öcek, Kıymet Hanım'ı hiç böyle kızgın görmemişti.
"Hayrola Kıymet Hanım, nedir bu telaşın?"
"Daha ne olsun Hüseyin Efendi? Arıların terastaki dört tepsi vişne reçelini yemişler."
Hüseyin Efendi güler ve:
"Gel, ben sana buradan istediğin kadar şeker vereyim. Yarın sabah vişne alalım. Bu kadarcık vişne için birbirimizi kırmayalım. Bak, yıllara dayalı dostluğumuz, komşuluğumuz var" der ve aralarında bu şekilde anlaşma sağlanır.