Ortam herhangi bir sınıfta yapılan herhangi bir veli toplantısı. Pür dikkat öğretmeni dinliyor çoğunluk.
Konuşmasını istemli küçük bir öksürükle bölerek bakışlarını bir noktaya sabitliyor. İki velinin kendi aralarında konuştukları noktaya... Konu muhakkak ki dersler ve çocuklar! Bir başkasının telefonunun mesaj sesi duyuluyor. Hiç telaşsız çıkarıp sessize alıyor. Birkaç dakika sonra bir diğerininki... Akıp gidiyor zaman. Onca gereksiz sorunun arasında, "Nasıl yetiştireceğiz bu çocukları?" diye bir soru asılı kalıyor havada. Öğretmen sessizce süzüyor bütün sınıfı. İçinden geçeni gözlerinden okuyor insan:
Kendinize benzetmeyin yeter!
SUSSAM OLMUYOR SUSMASAM OLMAZ!
Bazen hiç susmak istemiyor ama ne diyeceğini, nasıl söyleyeceğini de de bilemiyor insan:
-Ambulanslara yol vermeyen sürücüleri anlayamıyorum -Ama kırmızı ışıkta geçince de ceza yiyorsun, işin yoksa ispatla..
-E ama, insan hayatı...
-E ama, n'apalım...
★ ★ ★
- Beyefendi arabadan bir kağıt düştü galiba. Önemli olabilir!
- Ha o mu, yok hayır. Ben attım.
- !!!!!!!
ZEHRİ İÇEN SENKEN NASIL OLACAK DA KARSINDAKİ ÖLECEK?
"Bir şeylere karşı kin ve nefret duymak, sürekli zehir içip karşıdakinin ölmesini beklemek gibidir"... Bu cümleye sosyal medyada rastladım. Çin atasözü mü bilinmez ama olumsuz duyguların en çok insanın kendisine zarar verdiğini ne kadar da güzel anlatıyor, değil mi? İyimser ve sevgi odaklı bir bakış açısı, her ne kadar toplumun ezici çoğunluğu tarafından romantize edilerek küçümsense de, günün sonunda kimin daha iyi hissettiğine bir bakmakta fayda var.