Herkesin bir doğum günü vardır. Kimi havai fişeklerle, kimi mütevazı bir sofrada çekirdek ailesiyle kutlar... Kimi de hiçbir zaman bilemez o tarihi. Aylardan hangisidir, günlerden ne? Mevsim sonbahar mıdır, yoksa yaz mı? "Ayvalar sararırken" mi, üzümler olgunlaştığında mı ne, öyle bir zaman aralığında doğmuştur işte...
KAÇ PASTA ÜFLENDI?
Annemle teyzemin dünyaya gelişlerinin arası koskoca 3 yıl. Ama rahmetli dedem, ikisine de 30 Haziran'ı uygun (!) görmüş. Biz de yıllarca hep bu tarihte kutladık. Şimdiki doğumlar, saatine kadar kayıt altında. Allah gecinden ve de hayırlısından versin; Hastanedeyseniz, ölüm de saati saatine kayıt altında. Filmlerden biliyorum, yapacak bir şey kalmadığında doktor cümleye öyle başlıyor ya hani: Ölüm saati... Siz 2 Temmuz'da okuyacaksınız ama ben bu yazıyı 30 Haziran'da yazıyorum, annemin doğum gününde yani... Bir kalem bir rujla her tür kutlamaya çabucak hazırlanıveren Mahinur Hanım'la birlikte kaç pasta üfledik kim bilir. 36 yaşında 3 küçük çocukla dul kalmışlığın verdiği milyon tane zorluğa inat; son gününe kadar ne güler yüzünü esirgedi bizden, ne de yaşama sevincini. Hayatı boyunca "Kim ne der?" sorusunu sormadı kendine, ama sorumluluklarına da dibine kadar sahip çıktı.
SAYGI VE UMUTLA
Kulağıma yerleşen ilk cümlesidir: "Yaptığın işi önce kendin beğeneceksin!" Bu sayede, her ne yapıyorsam her aşamasında bir eksiği var mı diye kontrol ederken, başkasının takdirinin ancak kendi 'iç' onayımdan sonra gelen bir detay olduğunu öğrendim. Bir de hastalığının ilerlediği bir günde, ağzından şiir gibi dökülüvermişti şu cümleler: "Dün bitti, bugün bitmek üzere, yarınlar güzel olsun..." Kim bilir, belki de en çok böylesi yakışıyor: Geçmişe saygı, geleceğe umut...
Sevenleri ayırır mıyım hiç!
Mail kutumda bir uzman gönderisi var. Konu şu: "Çocuklarımızı yaz tatilinde teknolojiden nasıl uzak tutarız?" Cevap veriyorum: Tutamayız! İnternetin çekmediği ıssız bir adada değilseniz veya havuz, deniz, kaydırak, animasyon vb imkanları çok cazip bir otelde değilseniz, çok zor. Haftada bir gün piyano dersi, azıcık kapı önü komşularla sosyalleşmece, kitap okuma saati, bir yaprak test, hadi çöpleri at, anneye yardım et, markete git derken bir parça oyalamak elbette mümkün ama tamamen uzak tutmak çok zor, hatta imkansız.
INSTA'CI ANNELER
Komşumun bu yıl üniversite sınavına giren kızı, bayram ziyareti biraz uzayınca başlamış "Eve gidelim" diye sızlanmaya. Aklı online oynadığı oyunda. Yalnızca çocuklar da değil, gençler hatta babalar bile sardırmış durumda bu online oyunlara. Anneler daha çok Insta'cı. Herkesin kafasının önünde bir ekran. Adeta vücutlarımızın doğal birer uzantısı. Öyle ki kafa yastıkta, eller havada, elde yine ekran! Deniz geçen hafta bu şekilde elindeki tableti iki kez ağzına düşürdü. Birinde dudağı patladı, diğerinde diş etleri şişti. Vazgeçti mi? Tabii ki hayır. Ben de vazgeçmiyorum ama. Her fırsatta ayırıyorum bu ikisini. Oh, çok da iyi yapıyorum!