Tarih 16 Temmuz 1921... Kurtuluş Savaşı'nın en çetin günleri. Düşman kuvvetleri baskılarını artırmış, Ordumuz Sakarya'ya kadar çekilmiş, Kütahya-Eskişehir yöresindeki Yunan saldırısı tehlikeli şekilde ilerlemekte....
O sırada Ankara'da "1. Maarif Kongresi" (Millî Eğitim Kongresi) toplanır.
Cephedeki şartlar çok ağır, hatta "Sırası mı şimdi" bile denilebilir ama Mustafa Kemal'in düşlediği tam bağımsız Türkiye için 'eğitim şart'tır. Eğitim tarihimizin temellerinin atıldığı bu kongrede amaç okul ve öğrenci mevcudunu tespit etmek ve eğitime milli bir yön vermektir.
MİLLİ VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM Kongrenin açılış konuşmasını bizzat Mustafa Kemal yapar. "Silahıyla olduğu gibi, dimağıyla da mücadele etmek zorunda olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yok" der. Neden mi? Çünkü O'nun gözünde askeri zafer, kurtuluşun ilk şartıydı ama bağımsızlığı kalıcı kılmak ancak "milli" ve "çağdaş" bir eğitimle mümkündü. Atatürk'ün o gün işaret ettiği eğitimin önemini bugün çok daha iyi anlıyoruz. Hatırlatmak isterim ki, O bize güveniyordu. Hem de çok!
"Asla özür dilemeyin" diyen ögretmenim Bizim zamanımızda da vardı: Teşekkür, takdir belgesini bir puanla, iki puanla kaçırmak istemeyen öğrencilerden bazıları, "Hocam noolur..." şeklinde son derece itici bir ısrarcılığa başlarlardı. Geçenlerde duydum, aynen devammış bu durumlar. Hatta artık aileler da yalvarıyorlarmış hocalara! Yalvarmak, çok incitici bir tabir evet ama kimse kusura bakmasın, bunun adı tam olarak bu!
Ve ben not için, hele hele hiç hak edilmeyen bir not için yalvarmayı Atatürk'ün "Benim bütün ümidim sizlerdedir" dediği gençlere asla yakıştıramıyorum.
ACZİYET VEYA EZİKLİK Kulakları çınlasın; lisede tarih öğretmenimiz Doğan Yeniçerioğlu bir gün dedi ki, "Asla özür dilemeyin". Hemen arkasından da şunu ekledi: Özür dileyecek duruma da düşmeyin! Özür dilememek değil ama özür dileyecek duruma düşmemek için çabalamak çok değerli. Onurlu bir duruşun da olmazsa olmazı.
Bir düşünelim bakalım. Hak etmediğin bir not için -kendine en büyük saygısızlığı yaparak- yalvardın, küçük düştün, öğretmenin de seni kırmadı (!) ve 1, 3, 5 ne ise verdi, o bir haksızlığa imza attı, sen birilerinin hak yedin, adaletin dengesini bozdun vs. vs. vs... Böyle böyle çürüyoruz işte. Ne savaşın ortasında bile "eğitim" diyen bir kurucu lider, ne üzerinde yaşadığımız toprağı kanıyla sulayan şehitlerimiz hak etmiyor böyle bir acziyeti, hadi gençlerin ağzıyla söyleyelim: ezikliği...
Tablette bilgisayarda oyun atmak, arkadaşlarla buluşup AVM turlamak falan güzel de, ne diyordu Atatürk size: "Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları; yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz.
Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar." Şimdi yavaşça bırakın o tabletleri yerine ve...
Kaldırımdaki muz kabuğunun anlattıkları Çankaya'da yaya trafiğinin en yoğun olduğu noktada, hızlı hızlı gazeteye doğru yürürken kaldırımın orta yerinde muz kabuğu çarpıyor gözüme.
Yağmurla ıslanan yol yeterince kaygan değilmiş gibi, bir de muz kabuğu! Hey Allahım! Şemsiyemin ucuyla duvarın dibine doğru iterken, hiç de hoş olmayan, olmasını da istemediğim sözcükler kullanıyorum bir yandan da. Nasıl bir insansın sen! Neden attın bunu yolun ortasına! Hiç tanımadığın bir yaşlıya, bir kadına, bir çocuğa aylarca ıstırap çektirebilecek bir olaya sebep olabileceğini hiç mi düşünemedin ya da daha kötüsü umurunda mı olmadı? Eğitim şart dedik ya, diyelim ki bu çirkinliği yapan bir öğrenci. Bu çocuk takdir alsa ne, 100 alsa ne, en iyi okulları kazansa ne!