İZMİR'DEN TATLI GEYİKLER - GÜRKAN ERTAÇ
Gazetecilik öyle zor bir meslek ki, günboyu değil, geceleri bile olayları, gelişmeleri izler, yarın ne yapacağını düşünürsün rüyalarına girer. Uykuya geç dalarsın, ertesi gün apartopar evden çıkar, otobüse, trene, metroya yetişmeye koşarsın. Bazı şeyleri de unutursun acele ve telaşla. Size bu konuda, "Yok artık, bu kadar da mı?" dedirtecek, yaşanmış bir olay anlatayım: Rahmetli Erhan Ünver, Yeni Asır'ın unutulmaz isimlerindendi... Uzun yıllar gazeteciliğin her yerinde görev aldı ama son yıllarında yazar olarak gazetesine hizmet veriyordu... Birgün spor servisi ekibi, toplantıyı yaptıktan sonra öğlen yemeği için dışarı çıkmaya hazırlanıyordu ki Erhan Ünver, Sinan Genç'e seslendi:
- Sinan, nereye gidiyorsunuz?
- Ağabey, Çankaya'da dönerci var, oraya gideceğiz.
- Ahh be oğlum benim de canım çekti. Bana da çift dürüm yaptırsanıza. Ama ne olur soğan koymasınlar...
Sinan, "Tamam ağabey" deyip arkadaşlarıyla dönerciye gitti. Neyse bir süre sonra gazeteye dönen Sinan, Erhan ağabeye soğansız dönerini verdi.
Açlıktan şekeri düşen Erhan Ünver'in adeta elleri titriyordu. Paketi parçalarcasına hemen açtı ve dönere saldırdı. Ancak ağzına götürmesiyle döneri yeniden paketleyip çekmecesine koyması bir oldu... Sinan şok olmuştu. Aralarında şu konuşma geçti:
- Ne oldu Erhan ağabey, bir şey mi var?
- Yok evladım, birazdan yiyeceğim. Pek aç değilim, şimdi canım istemiyor.
Sinan ısrarla sormaya devam etti.
- Ağabey dönerde bir acayiplik varsa söyle, biz de yemeyelim, bir daha da gitmeyelim.
Erhan Ünver ısrarla devam etti.
-Yok evladım bir şey yok... Sen işine bak...
Sinan garipsemişti ama yapacak bir şey de yoktu... İşiyle uğraşıyordu ama aklı ve kulağı soğanlı dönerdeydi...Velhasıl bir süre geçtikten sonra hemen yanındaki masada oturan Erhan Ünver telefona sarıldı.
Eşi Özden hanımı arıyordu...Sinan ise fırsatı kaçırır mı pür dikkat dinliyordu. - Ya Özden, sana bir şey soracağım. Acaba benim takma dişler odada bardakta mı kaldı?!!!
DENİZİN DİBİNDE SOBELENDİLER!
Bizim Sinan Genç enteresan bir adam, tam bir dalış meraklısı... Suyun onlarca metre altına dalıp o sihirli gezegeni keşfedenlerden... Onunkisi bir hastalık. Yoğun iş trafiğinden kurtuldu mu, özellikle izinli günlerinde ilk fırsatta dalışa gider... Kankası da Naki Karadağ... O da dalışa ve doğa sporlarına bayılır... Müthiş bir ikilidir, yapışık kardeş gibidir Sinan ile Naki...
Bir gün Seferihisar'dan ortak arkadaşları Serkan Sökeli telefonla onları arar. Seferihisar'da dalışa gidiyoruz, ne olur siz de gelin.
Ama Sinan ile Naki gitmek istemezler... Onlar kendi arkadaşlarıyla vakit geçirmek isterler ama Serkan ısrarcıdır, "Geleceksiniz" diye tutturur da tutturur. Sonunda arkadaşını kırmak istemeyen Sinan, pembe yalanla işi savuşturmak ister... "Ya Serkan, çok hastayım. Bu hafta gelemeyeceğim" der... Soru Naki'ye döner, o da boş durur mu "Arkadaşlarla toplanacağız, sözüm" var diyerek birlikte Serkan'ı savuştururlar...
20 METRE DERİNDE
Serkan'ı atlatan bizim ikili pazar günü soluğu Seferihihisar'da alırlar... Tekneyle arkadaşlarıyla denize açılıp "mağara dalışı" için kendilerini denize salarlar... Ama yakınlarında bir tekne daha vardır ama onların gözü denizden başka bir şey görmemektedir...
Neyse dalış başlar... Bizimkiler 20 metre derinlikteki mağaraya girer ve kule bölümünden yukarı doğru süzülürler... Sinan dalış liderinin ardından en öndedir. Kuleden kafayı çıkardığında aman Allahım ne görsün... Martaval atıp ektikleri Serkan Sökeli... Denizin dibinde sobe mi dersiniz, pişti mi dersiniz bilemem... Serkan, Sinan'a suyun içinde "Kenara çekil" deyip elleriyle işaret eder. Gözler kuleden çıkacak ikinci adamda, Naki Karadağ'dadır. Naki de güle oynaya kuleden süzülürken bir anda karşısında Serkan ve Sinan'ı görünce şok yaşar... Suyun altında konuşamadıkları için ne yapacaklarını bilemezler... Serkan, bakışlarıyla ve el hareketleriyle onları fırçalar. Bizimkiler mahcup mahcup güzelce sessiz sessiz fırçayı yedikten sonra yeniden gruptaki diğer arkadaşlarına katılırlar... Allahın sopası yok. Denizin 20 metre altı bile olsa...