Uzun bir bayram tatili var önümüzde. Kısa bir ara veriyoruz her şeye... Biraz kafa dinleyeceğiz, dinlenebilirsek tabii. Biraz keyif yapacağız. Sonra kaldığımız yerden devam her şeye...
Benim tatil programımda okumak var. Eski, yeni kitapları okumak. Kitaplığa yeni gelmiş kitapların yanı sıra eskiden okuduğum kitapları yeniden gözden geçirmek.
Bu bayramda da sizi kitaplar arasında yolculuğuna davet ediyorum. Bayram boyunca sevdiğim kadın yazarların eserlerinden alıntılar yapacağım. Bugünü geçtiğimiz Haziran ayında kaybettiğimiz Peride Celal'e ayırıyorum.
İlk seçtiğim öykü "Kaçak", onun 1994 yılında can yayınları tarafından yayınlanmış "Mektup" adlı öykü kitabından. İkincisi "Ada" ise "Bir Hanımefendinin Ölümü" adlı kitabından..
KAÇAK
"... Kız, pencerenin önünde duruyordu. Dışarıda, kentin üstüne inmiş, bastıran, kurşun rengi bir hava vardı. Çocukların yağmursuz günlerde top oynadıkları meydan, çamurla bataklaşmıştı. Orası burası çatlayıp çökmüş, dar, asfalt yolun üstünde, arabalardan atılan sigara izmaritleri, yağlı kağıtlar, pislenmiş naylon torbalar uçuyordu rüzgarda. Kapının önündeki taş merdivenin en son basamağında sıska kara kedi yatıyordu. Her zaman oraya büzülür, annesinin akşamları önüne attığı yemek artıklarını sömürür, yalana yalana çekip giderdi. 'Allah belasını versin!' dedi kız annesine duyurmadan. Kara kediden, o pis sokaktan, çamur batağı meydandan nefret ediyordu.
Annesi, arkada, yemek masasının üstüne koyduğu dikiş makinesinde, haftaya, okul pikniğinde giyeceği giysiyi dikiyordu. Kötü bir gülüş belirdi dudaklarında. 'haftaya buradaysam' diye düşündü. Yüreği hopladı, her yanını korkuya benzer zevkli bir titreme sardı. Arkasında makinenin tıkırtılı sesi, Haydi!.. Haydi!.. Haydi!.. diyordu. Daha dün sınıfta bağıra bağıra söylemişti: 'Öğretmenlerin asık suratlarından, kırık notlarından, abdeshane kokularından bıktım!' diye. Hani sen korkusuzdun, hani sen aklına eserse en sevdiğini bile basar geçerdin!.. Haydi, dedi kendi kendine. Cesaretini topla, yürü çık odadan. Gün bu gündür! Ve kız çıktı odadan."
ADA
"... Yolda, dolmuşta, Adalar İskelesi'nde, rıhtım boyunca yürürken hep kızı düşündü. Kocasına söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyordu.
Açık konuşacaktı: Sen beni hiç sevmedin, kızın da öyle! Sen bir hizmetçi arıyordun ara sıra koynuna gireceğin, kızın da bir mamadadı. Ana, arkadaş, sırdaş, hiçbir şey olamadım ne seninle, ne onunla. Yaşamımı en güzel yerinden keskin bir bıçakla kesip aldınız benden. Çiğneyip çürütüp, yutamadan tükürdüğünüz bir lokma! Benim o, benim ben!
Düşünmüyor, hiç düşünmüyor kızını. Yüz bine, iki yüz bine resim satabilecek bir adam. İstese. Bu kış kızın çizmelerine pençe vurdurmak gerekiyor, ne haber beyim! Öyle pahalı her şey, artık bizim gibiler vitrinlere yaklaşamaz oldu. Okul ve kitaplar için verdiği paranın yeterli olmadığını söylemeliydi ona. O oğlanı istemiyorum, kemancıyı. Durmadan mektup yazıyor Ankara'dan. Kıza kötü etkisi oluyor... Evet bunları da söyleyecekti. O kadar iyi aile çocukları verken. Senin hoşgörüne sığınıyor, bana karşı çıkarken. Geçen gün paltosunun eskidiğini söyledi. Bir palto ne kadar, farkında mısın sen? Bir sorun daha vardı, değinmesi güç biraz. Utanmasa!"
Evet, bayram şekeri tadında iki öyküden küçük bir bölüm. Devamı bizi başka hayatlarla buluştururken kendimizi de tanımamıza da yol açan kitaplarda... İyi bayramlar...