İhsan Oktay Anar (d. 1960) Ege Üniversitesi'nde Felsefe akademisyenliği yapmış ve genç yaşında emekli olmuş bir yazarımızdır. 8 tane romanı çıktı. Bunlar postmodern, fantastik, hayal ötesi gibi niteliklerle tanıtılmış. Üslubu ve yazış tarzı hakkında özetle şunlar söylenmiş: İhsan Oktay Anar'ın romanları "hayal üstüne hayal" olarak tanımlanabilir. Onun romanları uykuyla uyanıklık arasındaki karanlık bölgeyi çağrıştırır. Bir anlamda, tarihin rüyası da denebilir. Sonunda bu alışılmamış, düşüncelerimizi dalgalandırıp savuran roman anlayışı, yazara eleştiri için de iyi bir imkan sunar.
İ. Oktay Anar'ın romanlarının hepsini okudum. Müthiş bir hayal gücüne, üstün bir ifade kabiliyetine, renkli bir dil ve üsluba sahip. Yeni bitirdiğim Tiamat ve Suskunlar adlı romanlarından hareketle şunu söyleyebilirim: Yazar bu eserleri yazmak için konuyla ilgili uzun ve ciddi bir araştırma ve okuma yapmış görünüyor. Tiamat'ta Osmanlı ve dünya denizciliğine ait o kadar çok alet edevat, terim ismi geçmektedir ki şaşmamak mümkün değil. Ayrıca denizcilik eğitimi en ince ayrıntısına kadar verilir. Okuduğum bu son iki kitabında yazar birçok ayet, hadis, dini ifade ve söyleyişler kullanır; bunların hepsinde hatasız ve düzgün, doğru bir yazış özelliğine sahiptir. Başka pek çok yazarda bu ibarelerde birçok yazım hatası bulunur.
SUSKUNLAR
Suskunlar romanı için yapılan birkaç değerlendirmeye göre bu eser son derecede renkli ve çok sayıda karakter barındırır. Yazarın burada ilahi kitapların anlatım tekniklerinden, dil ve üsluplarından faydalandığı görülür. Suskunlar romanında olağanüstü ögelerle süslü, musiki, tasavvuf, mitoloji ile çevrelenmiş tarihi bir anlatım biçimi var. Ayrıca yazar mizahi bir anlatım diliyle olayları ironik ve gülünç bir şekilde yansıtmayı başarmıştır. Bu yazının kaleme alınış sebebi ise, Suskunlar romanının Mevlevilikle ilgisine değinmektir. Mevlevi dergahlarındaki hazirelere (küçük kabristan) Hamuşan denir, anlamı "Suskunlar" demektir. Yazarımız bu romanında kitabının isminin İstanbul'daki Galata Mevlevihanesi'nin küçük kabristanından ilhamla koyduğunu belirtir.
MEVLEVİ ÇİLESİNDE 18 HİZMET
Doğrusu ben güçlü bir kaleme sahip olan İhsan Oktay Anar'dan Mevlevilik'le ilgili daha zengin ve uzun tasvirler beklerdim. O bu konuyu fazla uzatmamış. Bilindiği gibi Mevlevilikte 1001 günlük çile sırasında aday 18 hizmeti sırasıyla yerine getirir. Yazarımız bunlardan birkaçını, sırasına ve isimlerine pek de dikkat etmeksizin romanında anlatır. Galata Mevlevihanesi'nde yaşanan olay şöyle: Mutfakta geçecek tam bin bir günlük çilesinin başında, çivili tahtada semazen başı tarafından kendisine sema öğretildi ve böylece hakettiği sikke denilen serpuşu başına taktı. Derken "ayakçı" olarak, başta mutfak olmak üzere hemen her yeri süpürdü, toz aldı veya yıkadı. "Pazarcı" olarak omzunda heybe, sırtında küfe ve elinde üç beş kuruş ve belinde pazarcı maşasıyla çarşıya çıkıp alışveriş yaptı. "Somatçı" olarak sofraları kurup kaldırdı. "Meydancı" olarak erenlere cezvede kahve yaptı. "Kandilci" olarak dergahın kandillerini gece yakıp sabah söndürdü. Nihayet, "Tahmisçi" sıfatıyla dibekte kahve dövmeye başlamıştı ki, dergahın şeyhi, Neyzen İbrahim Efendi onu hücresine çağırdı.
"AŞK OLSUN"
Destur deyip içeri giren Eflatun yeri öptü ve oraya oturdu. Neyzen İbrahim Dede de aynı şeyi yaptı. Ardından görüştüler. Şeyhin yanı başındaki yüksekçe sehpada bulunan, kızıla çalan esmerce bir kız neyini görünce delikanlı heyecandan titrer gibi olmuştu. Delikanlının gözünü neyden ayırmadığını gören İbrahim Dede, "Aşk olsun!" dedi. "Hoş geldin" yerine bu kelimeleri söylemek bir Mevlevi edebindendi. "Aşk" dediği her yerde ve her anda gözlerinin içi gülen şeyh, vakit geçirmeden, sehpanın üzerinden çuhaya sarılmış bir ney ortaya çıkardı. İncitmeden iki eliyle tutup öptükten sonra Eflatun'a müjdeyi verdi: "O kız neyine bakma," dedi. "Bu çok daha iyi. Yenikapı Mevlevihanesi'ndeki bir üstat açtı bunu. Bu üstat daima, Şam'daki Ayn Zerka sazlığından kesilen kamışları kullanır."