Pınar Kür. Türk edebiyatının önemli isimlerinden. Benim en sevdiğim yazarlardan biri. Kitaplarının içinde onu anlatan satırlarda şunlar yazılı: "Bursa'da doğdu ama orada hiç oturmadı. Çocukluğu Anadolu'nun çeşitli kentlerinde ve Londra'da geçti. On üç yaşında gittiği ABD'de beş yıl kaldı. Orta öğrenimini New York'ta tamamladı, yüksek öğrenimine yine orada başladı. İstanbul'da Robert Kolej Yüksek Okulu'nu bitirdikten sonra beş yıl Paris'te yaşadı. Sorbonne Üniversitesi'nde, Karşılaştırmalı Edebiyat Kürsüsü'nde doktora yaptı. Yurda döndükten sonra Devlet Tiyatrosu'nda çalışmaya başladı. Çeşitli gazete ve dergilerde tiyatro eleştirileri yazdı. Biz onu "Yarın Yarın" adlı unutulmaz romanıyla tanıdık. Sonra diğerleri geldi; Asılacak Kadın, Küçük Oyuncu, Bitmeyen Aşk; Aşkın Sonu Cinayettir vs...
Benim seçtiğim hikayeler "Bir Deli Ağaç" ve "Hayalet Hikayeleri" adlı kitaplardan...
BİR AYRILIK ŞARKISI
"... Bu eve gelip gitmeyi sevmiyorum artık. Annemle görüşmenin verdiği sıkıntı değil bu. Birlikte oturmadıkça, araya uzun süreler girdiğinde, ilk birkaç saat kolayca çekilebilir annem... Kimilerince 'ömür', biraz dikkatsizlerce ise 'hoş' olarak bile nitelenebilir. Onu şu ya da bu biçimde değerlendirmemenin, ondan aşırı sıkılmamanın yolunu buldum son yıllarda. Yanında iki saatten çok kalmıyorum. Yok, annemle görüşmenin verebileceği bir sıkıntı değil bu içimdeki.
Aslında sıkıntı değil çünkü. Babamın öldüğü evde, onun ölümünü yeniden yaşamak korkusu da değil. Dört yıldır kaç kez geldim gittim. Ayrıca, bu eve gelmeden de babamı ansımayı başarabiliyorum. Ölüleri, ölümleri unutmak isteyecek yaşa varmadım belki. Başka bir şey bu duyduğum. Çoğu kişinin gülünç sayabileceği ama benim -iki çocuk anası 'okumuş' bir ev kadını olduktan sonra bile- hala bu sıfatı yakıştıramadığım çocukluk sevdalarımla da ilgili değil. O sevgileri yeniden yaşamak -yaşabilseydim eğer- şu sıra yalnızca sevinç verebilirdi bana.
İlk gençliğin umutsuzlukları, üstlerine yeni yeni, yıkıcı mutsuzluk eklenmezse eğer, anılarda bir tür mutluluğa dönüşüyor. Kimilerinin gülünç dediği budur belki. Bir de ilk gençlik sevdaları hiçbir zaman gerçek bir yara açmıyor kişinin içinde galiba, ne denli derin yaşansalar da. Oysa sonrakiler... Yara sözcüğü onlar için de yanlış. Daha çokağızda bıraktıkları bir kötü tad..."
GECE GÖRÜŞMESİ
"... Gecenin bir saatinde kapı çalındığında... açmamayı kim göze alabilir? Tüm hayati olaylar, vazgeçilmez kişiler gecenin karanlığını delerek dalmazlar mı insanın yaşamında? Gecenin içinden fırlayan her ses, gizem ve önem dolu değil midir? Hele bir zil sesi! Sabahı beklemeyecek kadar sabır zorlayan bir haber... ve anında ulaşılması gereken kişi sizsiniz. Biri, birileri, size ulaşmanın elzemiyetine bu gece, bu saatte karar vermiş. Bu aciliyetin gizemini göz ardı edip hiçbir şey olmamışcasına yeniden uykuya dalabilir misiniz? Kaldı ki ben uykuda değildim. Saat çok geç bile sayılmazdı. Ama işte, gecenin karanlığı vardı. Ne de olsa, hafiften de olsa, pırpır ediyor insanın içi. Endişenin henüz korkuya dönüşmemiş kararsız kıpırtısı. Acil bir arayışın nesnesi olmanın ürpertisi. Parlayan bir boru yüzünden yarın suların akmayacağı ya da kaloriferin yanmayacağı gibisinden tatsız bir haberle kapıcının gelmiş olmamasını dileyerek açtım kapıyı. Karşımda dikileni görünce ne yapacağımı bilemedim..."
Pınar Kür'ün kitaplarıyla tanışmadıysanız hemen okumaya başlayın derim. İyi okumalar...