Bu yıl korona virüsü nedeniyle farklı duygularda bir bayram kutladık.
Bu virüs dünyadaki tüm algıları, ilişkileri ve önceliklerimizi değiştirdi. Bizim kültürümüzde yer alan 'her şeyin başı sağlık' anlayışının ne kadar doğru olduğunu tüm dünyaya öğretti.
Bu günler geçtiğinde, umuyorum ki normal hayatımıza döndüğümüzde, bu günleri unutmadığımız ve buradan çok şey öğrendiğimiz bir dünya hayal ediyorum.
Çünkü bir başkasının acısını içimizde hissedebildiğimiz kadar insanızdır.
Belki de yolda neyi kaybetmiş olduğumuzu hatırlayacağız. Üzüntümüz bir şeyleri değiştirecek. Egoların, komplekslerin, 'Ben bilirim'lerin, planların, kötülerin yerle bir olduğu bir dönemi yaşayacağız. Çünkü hayatın, huzurun, elindeki değerlere sarılmanın önemini, hepimizin eşit olduğunu hatırlattı bize bu virüs. Ne önemliymiş değil mi dokunmak. Ne büyük bir mucizeymiş sarılmak. Aslında gerçekten de hepimiz ne kadar da aynı ve 'bir' imişiz.
Bu süreçte bizi insan kılan özümüze sahip çıkmalıyız, zira elimizde sevgiden ve dostluktan özge bir ilaç yok. Kalbin sesini geç olmadan işitmeliyiz. Olumsuz olana odaklanmak ve korkuyu büyütmek yerine, kendimize, 'Ben başkaları için neyi daha iyi yapabilirim?' sorusunu sormalıyız.
Sosyal mesafeyi artıralım ama duygusal mesafeyi, kalpten kalbe giden yolu kısaltalım.
Zor zamanlarda yakınlığın, dostluğun, samimiyetin gücüne inanalım.
Hayat inişli çıkışlıdır. Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkarmayalım.
Bizim Anadolu'nun, kadim kültürümüzün 'BU DA GEÇER YA HÛ' deyişini sık sık söyleyebilelim.
YAŞAMA ÖDEVİMİZ NEDİR?
Bu ülkenin en soylu insanları, diğerlerinin acısını içinde en çok hissedenlerdir.
Ölümü kabul etmekle insan, 'yaşama ödevi'ni de hatırlamış olur. İyi yaşamak gerekir, iyiliğin peşinde koşmak gerekir, ruhlarımızın iyiliği için özen göstermek gerekir. İyiler dünyanın gizli soylularıdır.
Samimiyet ruhun özgürlüğüdür. Ancak ruhunu kaybetmemişler hayal edebilir.
Ancak hayal edenler hüzünlenebilir.
Bu virüs bize dünyayı bir başkasının gözünden görmenin nasıl bir şey olduğunu, merhameti, sempati ve acıma duygularını, hüznü hatırlattı. Hüzün bize dünyanın geçiciliğini, hayatın kırılganlığını öğretir. Diğerkamlık ve vicdan, insan ruhunun vazgeçilmez harcıdır. Bu süreçte Narsizizm çöktü, diğerkamlık yani herkesin eşit ve bütün insanların birbirine eşit olduğunu, kimsenin kimseye üstün olmadığını bütün hayatların kutsal olduğunu söyleyenler kazandı.
Bugünün hakkını verebilmek kişinin farkındalığının yükseldiği 'ebediyetin zamana dokunduğu' anlardır. Güzel bir an, bir daha geri gelmeyebileceği için, dolu dolu yaşanması gereken zaman parçasıdır.
Yavaşlamak anın keyfini çıkarabilmektir.
Beklemek ve sabır, hayatımızdaki ayrıntıları daha iyi fark etmemizi sağlar. Burada ve şimdidesiniz, ebedi şimdide. Kalbimizin dokunuşlarıyla, simyacı gibi, yaşanan anı bir mucizeye dönüştürüyor, onu doya doya yudumluyorsunuz. Anı yaşamayı bilmek büyük meziyettir. Yaşamak kolayına zaman geçirmek değildir. Mücadele ederek, acı çekerek hakikate ulaşırız.
DOKUNMADAN SEVMEK
Dünyaya dokunmadan da onu sevmek mümkündür. Hayatın anlamını bulmak, dünyanın güzelliğini fark edebilmekteki hünerimize bağlıdır biraz. Her an gidecekmiş gibi, her şey her an bitebilirmiş gibi yaşamak mümkündür. Ölümle yüzleşebilenler hayatlarına derinlik ve anlam katabilen insanlardır.
Anlamak ve hissetmek bizi insan kılar.
Bir başkasının acısını içimizde hissedebildiğimiz kadar insanızdır. Samimiyet ruhun özgürlüğüdür. Yolculuk, insanın kendi içine doğru yürümesidir. Yolcu yolu ruhuna nakşeden kişidir.
İşte bunun içindir ki, hayat gıdanın şükrünü eda etmektir, hayatın her anını kıymetlendirmek, insana güzel bir nazarla bakmayı bilmektedir. Sükunet, içinde yaşadığımız dünyanın güzelliğine aşık olmaktır.
Sözün özü, sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.
Her gününüz bayram güzelliğinde olsun.