Suskunluk, dünyanın tüm çığlıklarını bastıracak kadar büyük bir iç gürültüsüdür aslında. Öylesine güçlüdür ki, bir bakmışsınız kopan tüm fırtınaları içine çekmiş, şiddeti örtbas etmiş, acıları sineye çekmiş, insan bedenine ve ruhuna verilebilecek tüm hasarları rötuşlayıp geçmiş...
O yüzden hır gürden, baskıdan, kötekten çok daha kötüsüdür 'susmak'... Çünkü her seferinde haksızlığı, günahı içine atmak; suçluyu, acımasızı, merhametsizi temize çıkarmaktır...
Korkunun zaferidir. Ve hiç kimseye duyurmadan, kötülüğün içten içe seslenişidir. En çok savaşılması gereken de, aslında tüm kötülükleri yutan bu sessizliktir.
***
Alın size, 'suskunluk' belasının başa açtığı dertlerden iç sızlatıcı bir örnek:
Erzurum'da eşine ve çocuklarına acımasız işkenceler eden bir soysuzu hakim karşısına getirirler. 8 çocuğuyla ortada kalacağından korkan ve o güne kadar sessizliğe bürünen kadın, hala ısrarla kocasını kurtarmaya çalışır. Oysa çektikleri çile yüzünden çocukları evden kaçmış, başlarına gelmedik kalmamış, bir kızları da intihara kalkışmıştır.
Tanrıya şükür, gazetedeki fotoğrafında yüzünün rabbiyesi silinmiş ahlaksız adam, 17 yaşındaki çocuğunun mahkemeye gerçekleri döşendiği bir mektup yollamasıyla 23 yıl hapse çarptırılır.
Oysa bıçağın kemiğe dayandığı biçare çocuk sessizliğini bozmasa, o baba kodesin demir parmaklarından sıyrılır sıyrılmaz hayatlarını yeniden cehenneme çevirecektir.
Demek ki suçlunun cezasını bulması, adaleti doğru yönlendirecek 'seslerin' tanıklığıyla mümkünmüş!
***
Son dönemde 'şiddet' olgusunun, sanatın tüm dallarında 'baş tema' seçilmesine yönelik eğilimler artıyor. Bu hassasiyet gayet yerinde olmakla birlikte, bence sanatta asıl ilgi, 'suskunluğun kaderciliği' üzerinde yoğunlaşmalı. İnsanları o meşum sessizliğin uykusundan sıçratacak bilinç kıvılcımları çakılmalı.
Şu dönemde, sanatın 'toplumsal öncülükte' en çok sorumluluk üstlenmesi gereken nokta, mazlumları eziklikten ve sessizlikten kurtaracak, onlara yaşam savaşında cesaret aşılayacak üretimler sergilemektir.
Özellikle TV dizilerinin, filmlerin ve sahne sanatlarının bu alandaki nokta atışları bile bir nebze farkındalık uyandıracaktır.
***
Toplumda, şiddetin sadece ekonomik ve eğitim seviyesi düşük kesimlerde ya da törelerin ağır bastığı bölgelerde yoğunlaştığına dair yanlış bir inanış var. Kimse kusura bakmasın ama günümüzde gayet eğitimli, sosyal konumu üst seviyedeki çiftler arasında da şiddete rastlanıyor. Bunda kültürümüzün yarattığı hırs, çekememezlik, ego tatmini ve sözünü geçirme gibi sosyal kompleksler büyük rol oynuyor.
Medeni bir hayat sürdüğünü zannettiğiniz ailelerde yaşanan dayak, baskı, psikolojik şiddet de yine kadınların kendine güvensizliği yüzünden çoğu zaman dışarıya yansıtılmıyor.
Çünkü şiddet uygulamak veya görmek, bu kez de bireylerin toplumdaki saygınlığını gölgeleyeceği için kimseye ses çıkarılmıyor.
Ve maalesef medyada 'şiddet haberlerinin' savurganlığından artık gözümüz dönüyor!