İzmir Devlet Tiyatrosu'nun yarısı Doğu ve Karadeniz coğrafyasına oyun taşırken, kalanlar da İzmirlileri yeni projelerle tanıştırmayı sürdürüyor.
Caz ve kukla festivalinin yanında araya iki de tiyatro prömiyeri sıkıştırınca, geçen hafta boyunca gece yarısından önce eve adım atamadık. Olsun, Türkiye'nin aydınlık günlerine koridor açacak ve insanlarda ışığın yolundan yürüyecek farkındalığı uyandıracak bir tek güç kaldı elimizde, o da sanat.
***
Yukarıda sözünü ettiğim iki oyundan biri, bugün bahsedeceğim İzmir DT'nin Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi'ndeki 'Josef ve Maria' oyunuydu, diğeri ise yarın üzerine duracağımız, Bornova Şehir Tiyatrosu'nun ilk gösterimini yaptığı Arthur Miller'in 'Cadı Kazanı' eseri...
Oyunlarındaki toplumsal eleştiri yüküyle, 'skandal yaratan yazar' kimliğini takınan Avusturyalı Peter Turrini'nin yazdığı 'Josef ve Maria'nın rejisini Mehmet Ege, yönetmen yardımcılığını ise Şenay Ünsal Dikmen üstlenmiş.
***
1990'ı 91'e bağlayan yılbaşı gecesi, tüm çalışanların evlerine dağıldığı Viyana'nın büyük alışveriş merkezlerinden birinde karşılaşır Maria Patzak ile Josef Piribil...
Maria, yıllarını üçüncü sınıf bir varyete dansçısı olarak geçirmiş, şu anda evli oğlunun yanında kalan ama gelini tarafından sürekli horlanmanın ezikliğini yaşayan temizlik işçisi bir kadındır. O gece de alışveriş merkezindeki işini bir an önce bitirerek, oğlu, gelini ve torununa aldığı hediyelerle birlikte yılbaşı kutlamasına yetişmenin derdindedir.
***
Josef ise gençliğinde ufak tefek tiyatro ve opera rolleriyle geçimini kazanan bir oyuncudur ama Nazi karşıtlığı üzerine oturttuğu kişiliği, önündeki en büyük engeli oluşturmuştur. Yaşamı boyunca katıldığı her topluluktan kovulan, darbeler gören ve hastalıklar geçiren eski tüfek komünist Josef, taşeron olarak iş gören bir güvenlik elemanıdır.
Gençlik yılları II. Dünya Savaşı sırasında geçen iki çınar, birbirini tanıdıkça, yalnızlıklarını paylaşma ihtiyacıyla arkadaş olur ve Maria bir süre sonra oğlunun evine gitmek yerine geceyi o büyük mağazada Josef ile geçirmeye karar verir.
***
Dünyadaki büyük siyasal değişimlere rağmen, kurtuluşu hala komünist rejimde arayan Josef, kapitalizme yönelik mücadele günlerini gururla anlatıp durur... Maria ise savaş döneminde bir subayla evlenişini ama onun gidişiyle yaşadığı sarsıntılı yılların içinde kendini Tiran'daki varyetede bulduğunu dile getirir. Dansçılığı ve kadınsılığını yabana atmadan karşısındaki erkeği etkilemeye çalışır.
Aslında ikisinin de farklı düşüncelerin izinde gelişen hayatları, yaşadıkları acılar ve yalnızlıkta kesişmektedir. Maria, Josef'in gönlünü çelmeye meyillendikçe, yaşlı adam etrafına zırh gibi ördüğü devrimci ruhun arkasına sığınır. Ama başaramaz. Çünkü sevgiye susamış iki insanın, yüreklerini daha fazla kaçırabilecekleri yer yoktur.
***
Oyunda benzer anekdotların sıkıcılığa yol açması handikabına rağmen, direktörlüğünü Cem İdiz'in yaptığı müzikler ve Meltem Yorulmaz'ın hazırladığı danslarla anlatımın desteklenmesi, sahneye hareket getirmiş.
Tabii Maria ve Josef'i oynayan Tomris Çetinel ile Selçuk Özdoğan'ın üstün performansları, duyguları çok etkileyici bir ölçüde salona aktarışları oyunun en büyük kazancıydı. Ama yine de hayat öykülerinin hep aynı temalar etrafında dönmesi ve konuşmaların yoğunluğu zaman zaman insanı sıkmıyor değil.
***
Maria'nın arzularına kendini kapatan Josef'in bir anda yaşadığı duygusal değişim inandırıcılığı zorluyor. Bence Josef'in devrimcilikle kuşattığı kalbini Maria'ya açması daha yumuşak bir geçişle sağlanmalıydı.
Bu arada Viyana'nın en büyük alışveriş merkezi olarak düşlenen mekanın, kapitalist toplumda insanı yutan o devasa gösterişi zayıf kalmış. Acaba tüm salon koca bir AVM'nin içine kurularak izleyicileri de o sömürünün atmosferine sokan bir dekor tasarlanabilir miydi diye aklımdan geçirdim. Her şeye rağmen eğlenceli bir gece için emeği geçen herkesi kutlarım.