Başbakan, iki gün önce çok güzel bir "Ulusa Sesleniş" konuşması yaptı. Bana göre 50 sene sonra da referans gösterilecek bir devlet adamı nutkuydu o konuşma. Bir kere bize ait kavramlara çok kuvvetli vurgular yaptı Başbakan. "Millet olmak" kavramının Van depremi münasebetiyle yaşananlarla, o topyekün gönül ve dayanışma seferberliği ile ilişkisini ortaya koydu. Başbakan bize ait kavramların içini doldurup sabit değerlerimizi hatırlatırken aslında bir şey daha demek istiyor gibiydi sanki. Ben, Başbakan Erdoğan'nın bir süredir başta Kürt meselesi olmak üzere birçok konuya ithal kavramların yön vermeye çalışmasından rahatsız olduğunu düşünüyorum. Benim "dönme liberal" dediğim tiplerin, mesela Kürt meselesinde, uzunca bir süre Başbakanı yanılttığını hepimiz biliyoruz. Bu türedi, sözüm ona aydınların PKK ile birlikte devletin altını oyduğunu gördüğü an da bunları kapısından içeri almamıştır. Ancak şurası bir gerçektir ki Başbakanı bile yanıltmaya muvaffak olan bu yerli oryantalistlerin ithal kavramları tüm zihin evrenimizi kuşatmış gözüküyor. İşte Başbakan Erdoğan, iki gün önceki "Ulusa Sesleniş" konuşmasıyla o yabancı terminoloji yerine özümüze, tarihimize, kendi kimyamıza ait terminolojiyi tekrar dolaşıma sokmuştur. Bizim terminolojimizin anahtar kelimesi ise Van ve Erciş depremiyle şahlanan "millet olmak" duygusudur.
***
"Ulusa Sesleniş" konuşmasında dikkat çeken ve o konuşmayı tarihi yapan bölümlerden biri de yine Van deperemi üzerinden bir geçmiş eleştirisinin yapılmasıdır. "Kumdan kaleler yaptık" dedi Başbakan. Bunu söylerken kendi iktidar dönemlerini de ayırmadı. Başbakanın yaptığı şey aslında, Cumhuriyet'in yolsuzluk tarihini eleştirmekti; bir ahlak rejimi olan Cumhuriyet'in içinden nasıl bir hırsızlık düzeni çıkardığımızı anlatmaktı; demokrasi eksikliği ile malul geçmişin bu ülkenin insanlarını nasıl enkaz yığınlarında tükettiğini ortaya koymaktı. Bir Başbakan olarak çıplak gerçeği dürüstçe söyledi. Çünkü Marmara depreminden sonra Van depremi de bize, bir yandan bizi millet yapan değerlerin ve dayanışma ruhunun hala en büyük gücümüz olduğunu gösterirken bir yandan da, yakın tarihimizin ahlaki sefaletini, hırsızlık ve yolsuzluk düzeninin sonuçlarını en travmatik bir biçimde zihnimize soktu.
***
Kendimiz için basit bir soru soralım: Geçmiş on yıllarda Cumhuriyet'in içi darbelerle, vesayet tasarruflarıyla ve oligarşinin doymak bilmeyen aç gözlülükleri ile doldurulmamış olsaydı ya da gerçek demokrasiyle doldurulmuş olsaydı, 21 yüzyılda molozların altından insan cesetleri topluyor olur muyduk? Bu sorunun cevabı bellidir. Hayır, hiç böyle şeyler yaşamazdık, zira demokrasi denetim demektir. Halk adına denetim yapma yetkisi olan bir devlet halk tarafından denetlendiği ölçüde temiz ve düzgün çalışır. Gerçek demokrasinin olduğu yerde hiç kimse çürük bina yapamaz.
Van depreminin ve Başbakan'ın konuşmasının bize söyledikleri bunlar.