Giriş Tarihi: 06 Haziran 2013, 19:46
Resmi dairelerin sosyal tesislerinde yemek yemeyi, barınma yerlerinde kalmayı hiç bir zaman sevemedim. Ancak bazen mecburiyetten buralarda günü birlik kalabiliyoruz veya devlette çalışan bir dostun yemek davetine katılmak zorunda kalıyoruz.
Dün İstanbul'da böyle bir zorunlu durumdan dolayı eş durumundan öğretmen evinde konakladık. Öğretmen evleri devlet dairelerinin sosyal tesisleri içerisinde en bakımlı ve sıcak olanı. Profesyonelce yönetildiği apaçık belli oluyor. Çalışanları güleryüzü ve cana yakın insanlar.
Tarihi bir mekan içerisinde iyi işletilen bir tesis İstanbul Öğretmen Evi. Resim sergileri, pastanesi, çay salonu hem misafirler için hem de emekli öğretmenler için hoş zamanlar geçirme fırsatı veriyor.
İstanbul Beyoğlu Öğretmen Evi'nin bir başka özelliği daha var: bu salona gelip gününü geçiren öğretmen veya emekli öğretmenlerin hemen hemen tamamı ulusalcı- solcu görüşe sahip. Salonun her bir yanına serpiştirilmiş hükümet karşıtı Sözcü Gazetesi bu salonun neredeyse alameti farikası.
Ne ilginç değil mi? Sabahtan akşama kadar bir devlet tesisinde hükümeti eleştirebilen emekli öğretmenlere kimse hiçbir şey demiyor. Bu kötü bir şey mi?
Hayır ne münasebet, bence harika bir demokratik ülke görüntüsü bu.
Tamam ama bu manzaraların olabildiği bir ülkenin başbakanına otoriterlik suçlamasında bulunursak adaletsizlik etmiş olmaz mıyız?
***
Dün sabah kaldığım öğretmen evinin lobisine indim. Elimde Alberto Manguel'in "Okumanın Tarihi" adlı kitabı okurken buraya özgü lezzetli çayımı yudumluyordum. O arada melek yüzlü bir emekli öğretmen hanımın söylenerek bana doğru geldiğini gördüm. Yeni Şafak Gazetesinin manşetini eleştiriyordu. Bana hitaben konuştuğu için cevap verdim: "Hocam boş verin yazsınlar, ne güzel işte, herkes istediğini yazabiliyor, demokrasinin güzelliği" dedim. Ne oldu biliyor musunuz? O melek yüzlü emekli öğretmenin yüzü masal kitaplarındaki cadıya dönüştü ve parmağını bana sallayarak "demokrasinin canı cehenneme, gördük işte demokrasiyi, gidin bakın Gezi Parkı'na, halk orada işte" deyiverdi.
Cevap verdim: "hocam onlar halk, başkaları da halk, hepsi halkımız" dememle birlikte ne dese beğenirsiniz: "hayır gerçek halk Gezi parkındakiler".
***
Yetmişini çoktan aşmış yaşlı bir emekli öğretmenle tartışacak değildim tabi. Ona sadece saygı göstermeliydim, öyle de yaptım. Ama oracıkta zihnimde bir Türkiye profili oluştu. Öğretmenin sözleri aslında Türkiye'nin tüm fay hatlarını, günlerdir sokaklarda cereyan eden isyanın nedenlerini bize gösteriyordu.
Bu öğretmen hanım eminim ki bu ülkeyi çok seviyor. On binlerce öğrenci yetiştirdiği besbelli. Peki bu saygı değer emekli öğretmen nasıl oluyor da Gezi parkı dışındakileri halkı olarak görmüyor?
Neden demokrasi deyince yaşlılığın bütün sevimli, güzel alametlerini taşıyan yüzü bir cadı yüzüne dönüşüyor?
Buradan çıkaracağımız tek bir sonuç var: toplumsal şizofreni gündelik ilişkilerimizi belirleyecek kadar büyük bir sorunumuz.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın.