Üç günde 573 (1.cilt), 539 (2.cilt) 1000 küsur sayfayı bitirdim. Önümde bir o kadar daha var. Bayramın son günlerini 'Savaş ve Barış' okuyarak geçirdim anlayacağınız.
Neden derseniz, uzun 9 günlük tatili evde geçirdim. İlk 4 günü Şile'deki evde -hava çok güzeldi: Pırıl pırıl bir güneş, sonbahar renklerine bürünmüş doğa, kuşlar böcekler köstebekler ve tabii köpek dostlar eşliğinde tatil havasına büründük- son günleri de Göztepe'deki evde -kasvetli ve yağmurlu bir hava, akan burun, ağrıyan boğaz, kısık sesli bir halde- bol bol televizyon seyrettik, kitap okuduk, yatıp uyuduk.
Elimde kumanda kanallarda gezinirken 1956 yapımı Audrey Hepburn, Mel Ferrer ve Peter Fonda'lı meşhur Savaş ve Barış filmine denk geldim. Baştan sona soluksuz seyredince ister istemez kitaba yöneldim. Gençlik yıllarımda okumuştum arkadaşlar arasında kitap değiş-tokuşu yaparken, sonra kitaplığıma da girmişti mutlaka olması gerektiği için. Elimdeki kitap Sosyal Yayınlar tarafından1982 yılında basılmış. Çevirmeni ise Attila Tokatlı.
AKICI VE SADE ÜSLUP
İşte kitabı elime aldım ve bir daha bırakmadım. Tolstoy'un akıcı ve sade uslubu çevirmenin titizliği, sayfalar akıp gitti gözümün önünden. Kitabın en güzel kadınlarından Helene'i bakın nasıl anlatıyor yazar:
"... Prenses gülümsüyordu. Kusursuz güzellere özgü o hiç değişmez gülümseyişle doğruldu yerinden, salona girerken de yüzünde bu gülümseyiş dalgalanıyordu. Liyer ve musla süslü beyaz balo giysisinden yükselen hafif ışıltının eşliğinde ve süt beyazı omuzlarının olanca göz kamaştırıcılığı, saçlarının ve elmas takılarının eşsiz parıldayışı içinde, kendisine yol açan erkeklerin ortasından geçti ve dimdik, hiç kimseye bakmaksızın ama bütün herkese gülümseyerek ve gene bütün herkese, siluetinin, günün modasına uygun olarak cömertçe açık bıraktığı dolgun omuzlarının, gerdanının ve sırtının güzelliğini doya doya seyredip hayran olma hakkı tanıyarak Anna Pavlovna'ya doğru ilerledi. Tek başına, bütün bir salonun görkemli parlaklığını ardından sürükleyip getiriyordu adeta."
KADIN VE ERKEK
Helen'i olağanüstü güzel anlatıyor ama kadınları seven yazar değil Tolstoy. Aşkı olağanüstü anlatıyor ama aşık olmayı da sevmeyen bir yazar. Aşk, evlilik bir anlamda kadın uğraşı. Tolstoy'a göre bir erkek ancak savaş meydanında bir erkek gibi davranır. Diğer zamanlarda aşırı kadınsılaşmış bir dünya içerisine hapsolur. Bir anlamda kitaptaki savaş erkek dünyası (kışla/asker ocağı/savaş meydanı, barış da ev içi ve sosyal yaşamdır. Romanın kahramanlarından Prens Andrey, savaşa biraz da karısının dırdırından ve sosyetik çevrelerlin boş dedikodusundan kurtulmak için gitmek ister. Doğumdan çok korkan hamile karısını babasının çiftliğine bırakıp gider üstelik. Ve karısı da korktuğu gibi doğumda ölür. Kadınlarla savaşmak yerine düşmanla savaşmayı yeğler. O dönemde kadınların tek uğraşı da iyi bir evlilik yapmak, çocuk sahibi olmak ve çocuklarına iyi bir gelecek/evlilik kurmaktır. Sanki bugün değil! Oysa Tolstoy'un eşi Sophie onun en büyük yardımcısıdır. Yazdıklarını önce o okur, düzeltir, eleştirir. Savaş ve Barış'ı 12 kez düzeltip yazdığı söylenir. Bir bakıma romanlarının gizli kahramanıdır Sophie Tolstoy. Onu ve evini terk ettikten sonra hasta olur ve ölür.
Çok uzun bir dönemi anlatır kitabında Tolstoy ve kahramanlarının gelişimi ve değişimini gözler önüne serer gerçek olaylarla birlikte. Günümüze yeniden okumakta yarar var.