Türk tiyatrosu ve sinemasının çınarı Zeki Alasya'nın ölümü hangimizin gözlerini yaşartmadı ki... Özellikle Metin Akpınar'la kurdukları 'Devekuşu Kabare' yıllarını bilen ve birçok sahnesi hafızamıza kazınan filmlerini ezberleyen kuşaklar daha çok sarsıldı... Çünkü görüyoruz ki, komikliğin merkezine toplumsal ve siyasal eleştiriyi oturtan, katıla katıla güldürürken iğneyi batırıveren böyle sanatçılar artık yetişmiyor.
Nasıl yetişsin? O kabare, parodi, açıkhava tiyatro gösterileri sayfasını çoktan kapattık. Pıtırcık gibi çoğalan televizyon kanallarında 'uyku hapı' niteliğindeki diziler sayesinde evlerimize kapandık!
***
Usta tiyatrocu Ali Poyrazoğlu, güldürünün ne olduğu konusunda bana şunu söylemişti: "Güldürü, ilacın üzerini şekerle kaplamak gibidir. Hani bazı hapların üstü renkli ve tatlıdır ama altından acısı çıkar ya... İşte güldürü de hayatımızın acı ve düşündürücü taraflarını komediyle kaplayarak yutturmaktır."
Ya şimdi? Bakın adam yokluğunda komiklik yaptığını sanan sulu zırtlak tiplerin dizilerdeki haline. Bir düzine şapşalın deli saçmalığını ve seviyesiz esprilerini ağzı açık izliyor insanlar. Neden? Sosyal yönü güçlü, politik ve tarihsel hayatımızın karanlık noktalarına ışık tutan diziler bir bir kaldırıldı ve meydan bunlara terk edildi.
***
Ya saçma sapan olayları komedi malzemesi olarak kullanan, ya da kötülük pompalayan, en masum yüzlerin bile üç bölüm sonra 'kurt adama' dönüştüğü diziler hastalık haline geldi. Boş kavgalar, kıskançlıklar, entrikalar, hırs, şiddet, gözyaşı ve intikam... Her ne kadar çıkar dünyasında benzerine rastladığımız olaylar gibi görünse de, son derece sığ, çirkeflikle dolu, insanca duygu ve düşüncenin yerini şeytanca planlara bıraktığı, iyiliğin ve kuralına göre yaşamanın anlamsız bir ayrıntı olduğu algısını yansıtan senaryolardan geçilmiyor.
Şiddetin bin türlüsünün yolunu yordamını öğrenmenin en kolay yolu televizyonun karşısına geçmek. Sonra da 'neden kadın cinayetleri arttı, niye şiddet tırmanıyor?' diye sözde şaşkınlık ifadeleri sergiliyoruz!
***
Gazete ve ekranlarda hep bu dizilerin reklamları, silahlı bölümlerden sahneler, boy boy fotoğraflar, seksi pozlar, röportajlar... Sanki bunlarsız nefes alamayacağımız bir dünyada yaşamak zorundaymışız gibi!
Zeki Alasya'nın ölümü o gün tüm haber kanallarının gündeminde birinci sıradaydı. Sanata ve sanatçılara ilişkin haberlerin gazetelerde, TV'lerde yer bulması için hep olumsuz gelişmelerin, kazaların, ölümlerin yaşanması mı gerekiyor? Kültür sanatın basınımızdaki yeri en adisinden bir üçüncü sayfa haberinden sonra geliyor. Halkta ilgi uyandıran, sanata zaman ayırma alışkanlığını teşvik eden, tartışma ve eleştirilere sütunlarını açan bir yayın çizgisinden mahrumuz!
***
Zaten yazılı ve görsel medyada, 'kültür sanat'ta branşlaşmaya, bu alanda uzmanlaşan muhabir, editör ve yazarların yetişmesine rastlayamıyoruz. Polis, adliye, magazin, ekonomi, belediye, tarım, eğitim, gezi, astroloji ve hatta gastronomi uzmanlarımız çok ama yayın kuruluşlarımızda bir tanecik sanat muhabiri arayın ki bulasınız!
Elbette bunda, gazetecilerin sanata ilgi duymayışının payı az değil. Nedense arkadaşlarımızı tiyatro, sergi, konser, opera bale salonlarında ya da festivallerde bir türlü göremiyoruz. Oysa sanatın, insanların hayat tarzının ayrılmaz bir parçası olduğu gelişmiş ülkelerde basının duyarlılığını görmelisiniz. Hepsinin sanattan anlayan, tüm etkinlikleri izleyen ve isabetli kritiklerle okurlarına yön veren muhabir-yazar kadroları var.
Çağdaşlık, böyle bir şey işte!