• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Dokun bana, ne olur dokun... HAKAN URGANCI

Dokun bana, ne olur dokun...

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 22 Şubat 2014, 16:33
Bazı insanların nasıl olup da hayatlarını bir mini cehenneme çevirdiklerine hayret ederiz. Bile bile lades'in bu kadarı da olur mu? İnsan otomobilini hızla sürdüğü uçurumu nasıl da görmez?
Bu soruların yanıtı, yine psikolojide gizli... 'Temas iletisi' diye bir kavram var ve bu kavram, -resmen- hayatımızı yönetiyor. Aslında bilincimizden çok bilinçaltımızla yönetiliyoruz. Bilinçaltı, doğru ve yanlışı ayırtma yeteneğinden yoksun, devasa bir bilgisayar, öyle düşün. Depolama kapasitesi, bilincin milyon katı. Otomatik olarak yaptığımız her şey aslında bu merkezden yönetiliyor. Bilinçaltının tek gündemi de seni hayatta tutmak! Bu gündem, bazen seni yok edecek sonuçlar da doğurabiliyor tabii... Hayatta kalmak, var olabilmek demekhemfikir miyiz? Güzel. Pekiyi, var olduğumuzu nasıl anlarız? Diğer insanların bunu fark etmesi ve bize fark ettirmesiyle. Sosyal anlamda hayatta kalmak, diğerleri tarafından tanınmak ve kabul edilmekle ilgili. Bunun için mutlaka ama mutlaka temas kurmak şart! Fiziksel dünyada bedenlerimiz aracılığıyla var kaldığımıza göre, ruhsal bir temasın ilk şartı da fiziksel temas...
Hitler'in toplama kamplarında yaptığı bazı deneyler, dokunmanın insan evladı için ne kadar yaşamsal olduğunu kanıtlar nitelikte. Birkaç bebeğe bir bakıcı bakıyor. Talimat açık! Bebeklerin tüm ihtiyaçları karşılanacak. Yeme-içme- korunma- dışkılama... Tek bir yasak var. Bebekler kucağa alınmayacak. İnsan teması duymayacak. Talimat aynen uygulanıyor. Sevgi ve güven duygusunu tatmayan, yaşamak için gerekli destek ve duygusal motivasyondan mahrum edilen, 'var oldukları hatırlatılmayan' tüm bebekler kısa süre içinde ölüyor. Biri hariç! Bakıcının sevimli bulup da çaktırmadan bir iki kez kucağına aldığı bebek, yaşama tutunuyor. Hikaye tam olarak böyle olmayabilir ama ana fikir bu kadar açık...
Bebekken başlayan temas isteği, ileride de sürüyor. Bebekliğinde ve çocukluğunda sıkça okşanan, kucaklanan kişiler bu temas iletisine çok alıştıkları için ileride, kurdukları yetişkin ilişkilerde de bunu bekliyorlar. Karşılarında dokunsal biri yoksa, ne yapılırsa yapılsın tatmin olamıyor, hep bir eksiklik duygusu içinde oluyorlar. Benzer şekilde, kalabalık ailelerde yeteri kadar temas almayan, görmezden gelinen çocuklar, kardeşlerinden ileride olmanın yolunu, yaramazlık yapmakta buluyorlar. Bu şekilde ailelerinin negatif yolla da olsa dikkatini çekmeyi başarıyor ve büyük olasılıkla sağlam bir sopa yiyorlar. Çocuk buna rağmen haylazlığının boyutunu artırarak ileride işi serseriliğe vuruyor. Çünkü alışıp bildiği tek temas iletisi, fiziksel şiddet ! Bu sayede var olduğunu dünyaya haykırıyor. Çocukken 'Dayak budalası' olarak tanımlanan bu çocuklar, bilinçaltlarındaki 'Kabul görme' isteğini böyle tatmin etmiş oluyorlar. Böylece belki de çete reisliğine kadar giden bir süreç başlıyor.
Bu dayağı bile bulamayanlar, fiziksel değil, ruhsal bir temasla, azla yani azarla yetinmek zorunda kalıyor. Bunlar muhalif tiplere dönüşüyor. Eğitim verdiğim her kurum ya da sınıfta en az bir tane böyle tip vardır. Gerekli gereksiz her şeye karşı çıkarlar. Aslında sizinle kişisel bir sorunları yoktur. Tek derleri azarı yeyip teması (günlük istihkak) almaktır. Ya böyle rahatlarlar, ya da (tedavi etmek istiyorsanız) bu kişileri önceden takdir edip varlıklarını onaylarsanız, böyle hareketlere daha az girişirler.
Bazı kadınlar var, 'Hep ilişki istemeyen adamlar beni buluyor' diyen.. Bu kadınlar da ne yazık ki ailelerinden yeteri kadar temas almamış olabilirler. Bir erkekle normal bir ilişki kurmanın yolunu bilemedikleri, kendilerini yeterli kadar değerli, dikkate değer, hoşsohbet bulmadıkları için sürekli olarak sahip olduklarını düşündükleri tek kartı (bedenleri) ortaya sürerler. Asla gerçek ihtiyaçları tatmin olmasa da bir erkeğe yakın hissedebildikleri tek an budur. Bu temas iletisine alışanlar da başka bir yol bilmedikleri için hep aynı senaryoyu tekrar eder,hatta hayatlarına 'sadece bedenlerini isteyen' kişileri çekerler. İşte uçuruma sürülen bir otomobil daha
Galiba meşhur şarkının sözlerini bir kez daha hatırlamak lazım, haydi hep beraber:
' Dinlemek beni kesmiyor. Hasreti hafiftletmiyor. Dokun bana, gizli olsun. Dokun bana.. Ne olursun dokun!'

Nöropazarlar dilerim


Günümüzde her 24 saatte bir onbinlerce veri, reklam şeklinde beynimize girip orayı işgal ediyor. Farkında olalım ya da olmayalım, şuur altından süzülen bu veriler, satın alma kararımızı direkt etkilediği gibi tüketim alışkanlıklarımızı belirlemesinden ötürü (mesela sevgililer günü) kişisel ilişkilerimize kadar belirleyici oluyor.
Şirketler artık bilinçaltı reklamcılığı da son derece bilimsel metodlarla uygulamaya başladı. Kapitalizm, beynimizin ellenmedik yerini bırakmadı. Bekareti zaten çoktan bozulmuş olan beynimiz nasıl manipüle ediliyor? Çıkarılan zihin haritaları aracılığıyla kararlarımıza nasıl müdahale ediliyor? Artık bu konu resmen bir bilim!
Sizlere önceleri de bahsettiğim, ABD 'de ne yazık ki bizden daha çok tanınmış değerli bir isim, yapımcı yönetmen Fehmi Gerçeker, Ortadoğu'da ilk kez Türkiye'nin uygulayacağı Nöropazarlama konusuna el attı. Gerçeker, artık batıda üniversitelerin ders programlarına girmeye başlayan Nöropazarlama konusunda seminerler veriyor.
Eğer siz de üniversiteniz ya da şirketiniz bünyesinde nöropazarlama ve reklamcılık alanında ne gibi gelişmelerin olduğunu bilmek istiyorsanız bana elektronik ileti gönderin, Türkiye'de bu konuyu üniversite eğitimine sokan Fehmi Gerçeker sizi bu konuda aydınlatsın.
Sonra 'Ben bilmem, beyim bilir...' dememek için!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.