Giriş Tarihi: 14 Haziran 2014, 17:19
Bebeklerin ve çok küçük çocukların sahip olduğu ve bize güzel gelen ifade hangisidir? Bana sorarsanız, yüzlerindeki 'Hadi ya!?' ifadesidir. Bu şaşkınlık hali, onların tatlılığına tatlılık katar. Dudaklar hafifçe ileri uzanmış, gözler iri iri açılmıştır. Genellikle bu ifadeye bir de 'göstermek üzere' ileri uzanmış bir parmak eşlik eder. O parmak, hayret ettiği şeyi bize de gösterip onun duygusuna eşlik etmemizi ister. O parmak, çocuğunuzun 'varolduğunu' size kanıtlamaya çalışan ilk organıdır. O parmak hala var ve hala 'ilk kez karşılaştığı' olguları ısrarla bize göstermeye devam ediyor. Yalnız.. Yüzlerdeki hayret ifadesi derseniz... O pek kalmadı dostlar, yalan mı?
Artık küçücük çocuklar ciddiyetle büzülmüş dudakları, çatık kaşları ve yargılayan gözleri ile 'minik sultanlar' olarak geziniyorlar çevrede. Bakmaktan yorulduğumuz için son çare olarak televizyonun (ve tercihen hızlı geçen renkli görüntüleriyle onları hipnotize eden reklamların) karşısına oturttuğumuz bebekler, en erken çağlarında gerçeklerle, verilerle, bir algı bombardımanıyla karşı karşıya kalıyorlar. Daha ileri çağlarda ellerindeki tablet bilgisayarlara kilitliyorlar gözlerini... Haberler dahil her türlü bilgi ellerinin altında. On yaşındaki yeğeniniz, tıkalı damarları açmaya yönelik ameliyatsız yeni bir tıp buluşundan söz ediyorsa, vaziyetimiz fena! On yaş için tıkalı damar nedir? Bu ciddiyet nedir? Bakın, kahkaha neşenin kaynağı değil sadece bir sonucu. Oysa neşenin asıl nedeni, çoğunlukla hayrettir. Bilgisizlikten kaynaklanan bir tür 'bekaretin' ilk bozulduğu andır. Yaşanmadan edinilen her bilgi hem yüzeysel, hem de keyifsizdir. Tecrübe edilmemiş bilgi hazır çorbadır, fast food yemektir. Hayret, yaşam enerjisi, yaşam belirtisidir. Hayretlerimiz sürdüğü müddetçe genciz. Şaşırma duygumuz ne kadar erken sona eriyorsa, 'gerçekten yaşadığımız' anlar da o kadar çabuk bitiyor aslında. Tasavvufta da hayret, önemli konulardan biridir. 'Allahım, hayretimi artır!' diye dua edilir.
Çocuklarımızın hayretini erken yaşta gaspediyoruz. Ortalıkta şaşkın şaşkın değil, öfkeli bir şekilde geziyorlar artık. Öfkeliler, çünkü erkenden büyümeye zorlandılar. Ya biz?
Biz de öfkeliyiz. Hem de ne öfke!
Gün geçmiyor ki memlekette garip, akla mantığa sığmayan bir olay yaşanmasın ! Artık acı tebessümler ve bilgece bir iç çekmeyle karşılıyoruz gelen günü... Hiçbir şeye şaşırmıyor, sadece bakalım daha ilginç ne olabilir diye, duygusuz bir tüketici mantığıyla bakıyoruz gündeme... Yaşananlar insana dair değil de bir dizi filmin kareleri sanki... Bence Holywood Türkiye'ye taşınmalı! Çünkü gerçeğin kurgudan daha renkli olduğu ülke burası! Ve bize yapılan en büyük zulüm, en büyük hırsızlık da, hayret duygumuzun bizden çalınması... Bakir değiliz hiçbirimiz...
Tuzu kurular
Karşıyaka'da bir restoranda arkadaşımla kahvaltı ediyoruz. Hazır Yeni Asır elimizdeyken, bu haftanın yazısını benim sesimden dinlemek istediğini söyledi. Başladım okumaya... Bu esnada garson masayı topluyor, gitmeye de pek niyeti yok. Bir ara durdu, gözümün içine baktı. Sonra gazete klişesindeki resmimi göstererek, 'Bunların tuzu kuru...' dedi. 'Pardon?' dedim.
- Bu köşe yazarlarını diyorum. Hakan Urgancı mıdır, nedir? Bunlar böyle felsefe yaparlar işte!
- Kötü şey mi felsefe?
- Bunlar halkı tanımazlar. Bana göre felsefe gereksiz. Ben başıma gelen hiçbir şeyi yadırgamam. Hepsini kabul ederim. Hepsi Allah'tandır.
- E sen de felsefe yaptın şimdi...
- ?
- Bu da felsefe. İslam felsefesine göre bu böyle...
- E o da doğru...
- Kimin bilgisi ne yöndeyse o da onun felsefesidir. Dünyayı öyle algılar. Yazının tamamını okumadan nasıl karar verdin işe yaramaz olduğuna? Belki yazar seninle aynı şeyleri söylüyor ?
- Orası öyle de... Doğru bile yazsa, işe yaramaz. Çözüm yok, çözüm!
Adı Uğur'du... Uzun yıllar Almanya'da yaşamış,' Avrupa görmüş'tü. Ne Avrupalıyı seviyordu, ne de burada gördüğü manzarayı... Milliyetçi bir insandı ama ırklara inanmıyordu. İstersek milliyetçi yerine ulusalcı da diyebilirdik, buna mukabil humanist olduğunu söylüyordu. 'Ne olacak, vatan bölünürse bölünsün !'dü... Ak Parti iyi şeyler de yapmıştı ama şu an memnun değildi. CHP'den ise nefret ediyordu. Osmanlı döneminde yaşamamıştı, ama demokrasinin değil padişahlığın bize uygun olduğunu düşünüyor, padişahları özlüyordu. Dünyayı İsrail yönetiyordu, o yüzden bizi 'kendi isteğimizle fişleyen' facebook'un logosu, İsrail bayrağının renklerindeydi. Türkiye'de fena halde hayal kırıklığına uğramıştı, beğenmediği Almanya'ya geri dönmek istiyordu. Biraz bilgili, çokça kararsızdı. Aklı karışmış bir vatandaşımdı benim...
'Bırak bu köşe yazarlarını, çoğu şerefsiz zaten! Bunun ne farkı olsun ki ?' diye sordum, kendi resmimi gösterip... 'Yok onu demek istemedim' dedi mahcup bir şekilde. Allahtan gazıma gelmedi, yoksa fena bozulacaktım ve konuşmaya hakkım da olmayacaktı. İşte böyle! Demek vatandaş bizi böyle görüyordu... Tuzu kurular!
Kendi kendinin koçu ol!
Her zorlukta danışabileceğin bir cam küren var senin de... İçine bak! Tüm yanıtlar, tüm çözümsüz görünen muammaların, hayatın sana sunduğu tüm testlerin cevap anahtarı orada, tam da içindedir. Zira zaten yaşanmış bir hayatın içinden geçmektesindir ve filmin sonunu bal gibi bilmektesindir de sadece hala zevk alabilmen için sonlar sana unutturulmuştur yüce senarist tarafından...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın.