• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Hep karanlık hep karanlık! HAKAN URGANCI

Hep karanlık hep karanlık!

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 17 Mayıs 2014, 17:09
Doğada sıkışan kömür elmas olur. Ocakta sıkışan işçi ise ölür, bu kadar net! Ama o pamuk beyazı yumuşacık ellerimle klavyeye dokunurken, kravatımı bağlarken, dolmakalemimle fiyakalı imzamı atarken nasıl anlayabilirim bu gerçeği?
Yok yok!
Her zaman yaptığımı yapmalıyım.
Öfkeliyken yazmamalıyım çünkü böylece ağzıma ve klavyeme geleni ortalığa saçmamış olurum. O öfkeyle kurunun yanında yaşı da yakmamış olurum. Misal, şunlar da yaşanıyor o gece ülkemde; Bir yanda karbonmonoksit zehirlenmesinin acı vermeyen, 'tatlı bir ölüm' olduğunu ifade ederek (aklı sıra bilimsel bir teselli sunuyor, niyet iyi yani) kaş yapayım derken göz çıkaran bir profesör... Öte yanda garip davranışlar içindeki yurdum insanı!
İnsanlar kazanın olduğu gece -bunu bile bile- hala radyoda birbirlerine 'sıradaki parçayı' armağan edip duruyorlardı. Sıradaki parça kor oldu, yüreklere düştü. Sıradaki parça kaya oldu, yolları tıkadı. 'Hay sıradaki parça kadar taş düşsün..' diyesim geliyor, diyemiyorum. Yani bizim toplumsal olarak bu duyarlılığa sahip olmamız için illa devletin milli yas mı ilan etmesi gerekirdi?
Yine bu kaza yüzünden bir tv kanalı canlı yayına geçtiği için bir maç yayını başka kanala geçince 'delikanlım' twitter üzerinden veryansın ediyor: 'Hay s.kacam maden ocağınıza ya! Zaten ayda bir maç veriyorlar..' diyebiliyor.
Biz insanlığımızı vestiyere bırakıp mı girdik hayat lokantasına?
Çok üzgünken, kahrolmuşken, bu toprağın insanından umudumu kesmeye başlamışken yazmamalıyım.
Biraz beklersem bir umut görürüm hala ve görüyorum yine...En temizimiz en karamız çıkıyor. Soma'da maden ocağından çıkarılan işçi 'Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin!' diyebiliyor. Bu soru umut, bu soru insanlık, bu soru naiflik kokuyor. Bu soru 'insan' kokuyor. Bunu duyup da yumuşamayan taştan kalpler varsa onu Allah'a havale etmeli.
Belki de Kayahan'ın şarkı sözleri ile anlatılabilir maden ocağının ve yurdun durumu:
'Hep karanlık, hep karanlık...yeter artık yeter ! Bir avuç kar beyazı, bir adım yol bana...!

Sakallı kadın ve Soma

Bakın geçen gün 'artık katılmadığımız' Eurovision'da Conchita Wurst isimli bir ..bir ne desem bilemedim? Kadın diyemem sakalı var, erkek diyemem kadın kıyafetinde... Travesti diyemem, o konsepte de uymuyor.
Neyse işte bir şarkıcı yarışmayı kazandı, tüm dünyanın ilgisini ve tepkisini de çekti. Tabii benim çevremde de 'iyi ki biz girmemişiz yarışmaya. Bu kepazeliği de yayınlayacaktık' diyen de oldu. Hiçbir zaman homofobik bir insan olmadım ama doğrusu bu görüntüden ben de çok hazzetmedim. Açıkçası biraz utanç hissettim. Neden biliyor musunuz?
Çümkü ben de şark kafasında bir adamım sonuçta...
'Utanç' ve 'Suçluluk' kavramları hemen hemen aynı şey gibi geliyor, değil mi? Hayır, aynı şeyler değil. Arada önemli bir nüans var.
Uzmanlara göre, utanç duygusu, kendine yönelmiş bir duygu. Eğer yaptığını 'millet bilmezse' sorun yok. Utanacağın bir şey de yok çünkü. Aidiyetlere gereğinden fazla önem atfeden şark (doğu) kafası, böyle çalışıyor. Bu öyle bir duygu ki tersine empati yaratabiliyor.
Örneğin sakallı şarkıcı Conchita Wurst'ün bireysel hakkına saygı duymuyoruz ve ondan utanıyor, toplum adına onu ayıplıyor ve lanetliyoruz. Çünkü bu 'durumunu' 'hiç utanmadan' (!) bize sergiliyor bir de...
Suçluluk duygusu ise 'eyleme yönelik' bir duygu.
Yani kendini suçlu hissetmen için yanlış bir şey yapmış olman yeter. Kimse bilmese de eğer vicdan sahibi isen bir hırsızlık yaptıysan ya da bir olayda ihmalin varsa suçluluk hissedersin. Bunu sağlayan senin vicdanın. Bireyselleşmiş garp (batılı) kafası böyle çalışması için eğitiliyor.
Sonuç? Şekilci bir toplum! Yabancı şarkıcının şeklinden utanan, ama Soma'daki kazanın 'suçluluk duygusunu' kabul etmeye yanaşmayan...
İyi yanıyla, sedyeye yatarken kirli çizmelerini çıkarmayı öneren zavallı yaralı işçi...
Çıkar çizmelerini be çocuk! Bize insanlık maskemizi çıkarttırmadan...

Yakalayayım da nasıl olursa olsun

Sonunda Soma Holding Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan çıkıp basın önünde bir açıklama yaptı. Muhtemelen bu açıklamanın son derece geç gelmesinin de etkisiyle, basın mensupları sorularını sabırsızca, hep bir ağızdan ve sorgular bir şekilde yönelttiler. Hemen hiç kimse işletmecinin açıklamalarını inandırıcı bulmadı. Yalnız sondaki bir soru, Gürkan'ın toplantıyı terk etmesine sebep oldu:
'Kaç işçiyi gömmeyi planlıyorsunuz?'
Bakın, bu doğru bir soru ama çok yanlış bir sorma biçimidir. Yargı, diyaloğu bitirir. Yanlış bir gazeteciliktir. Sorunun yargısı içindedir zaten. Cevap beklemeyen, hüküm veren bir sorudur bu. Günümüz gazeteciliğinin de temel sorunlarından biridir. Gazeteci bir savcı ya da polis değildir.
Bu garip soruya karşı basın toplantısı sürse dahi doğru bir sonuç almak mümkün değildir. Bu tür durumlarda yüksek risk (ki bu olayda fazlasıyla mevcut) ve düşük bir baskı (hiç uygulamadan da olmaz) uygulanmalıdır. Yüksek baskı, delili yok eder. Yanıtlardaki tutarsızlıklara başka bir gerekçe ortaya çıkar. Yalanın getirdiği psikolojik baskı ile yalan suçlamasının getirdiği baskı karışır. At izi ile it izi birbirine girer. Bu tür durumlarda (popüler örnek) ısrarcı ve yoğun baskı uygulayan Enver Aysever tarzını değil de daha soğukkanlı, analitik ve şüpheci gördüğüm Hulki Cevizoğlu tarzını öneririm.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.