• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
İnsan kendini kandırır aslında... HAKAN URGANCI

İnsan kendini kandırır aslında...

hakan.urganci@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 10 Mayıs 2014, 18:06
Çocuklarınız evde tuhaf bir şey gördüklerinde ya da sizin üzgün olduğunuzu sezdiklerinde 'Yok bişey. Sana öyle gelmiş' demeyin. Biliyorum niyetiniz iyi ama eğitmen yazar Saim Koç'a göre, böylelikle çocuğunuzun algılarına olan güvenini yok ediyorsunuz. (Bunun yerine duygularınızı olumlu ve onun anlayabileceği bir şekilde ifade edin.) Biz böyle yaparak ileride kendi algılarımıza olan güvenimizi yitiriyoruz. Aslında insan hisleri de en az bilinci kadar güçlü bir varlık ve öyle kandırması kolay değil.
Sahi, neden kandırılıyoruz biz?
Eğer insanlar hak etmedikleri şeylere layık olduklarını düşünmeselerdi, birazcık aynaya baksalardı, onları bu kadar kolay kandıramazdınız.
Bu gün Brad Pitt gelip sana aşık olduğunu söylese, 'Ulan bu beni kullanacak' diye düşünmezsin. Brad Pitt'e inanmak istersin.
Biri gelip sana piyangoda bir spor otomobil çıktığını söylese, biraz uyuz olursun ama durup düşünmek ve araştırmak yerine otomobilin anahtarına uzanırsın.
Biri sana mesaj gönderip 'KONBARA puanlarınız (o da neyse) 200 liraya ulaştı. Puanlarınızı aktifleştirmek için şimdi arayın' dese, hemen telefona sarılırsın.
İlişkide de, dinde de, siyasette de işine nasıl gelirse öyle inanırsın. O yüzden din adamı seni kullanır, siyasetçi seni kullanır, çocukların seni kandırır, eşin sana ihanet eder.
Aslen herkesin içinde yalanı kolaylıkla çözecek bir aygıt vardır ama biz o anki hazlarımız için bu aygıtı bile isteye devre dışı bırakırız. Güvenlik alarmımızı sustururuz. Böylelikle beş dakika daha 'uyuyabilmek' için susturduğumuz alarm sayesinde uyuyakalırız. Hayat boyu uyuturlar bizi...
İnsan sadece kendini kandırır aslında... Örneğin her türlü inanç, bir şeylerin sonucu değil, daha çok bir seçim işidir.
Yani unutma ki sen bana yalan söyleyebiliyorsan bu senin becerini değil, benim sana kanmaya karar verdiğimi gösterir, haberin olsun.

Sakin Şeytan!

Bir eseri tercüme etmek çetin ama keyifli bir iştir. Çeviri yapabilmek için sadece çeviri yaptığınız yabancı dili iyi bilmek yetmez, kendi dilinizin argosuna, mantığına, matematiğine de hakim olmalısınız. Aksi takdirde çeviri birebir olursa anlamsızlaşır. Anlam değil, çeviri yapılan dildeki karşılık gelen sözcük ya da deyim bulunmalıdır.
Örneğin İngilizcedeki 'İt was raining cats and dogs' deyimini bire bir çevirmeye kalkarsak, 'Kedi köpek yağıyordu' gibi bir garabetle karşılaşırız. Oysa ki dilimizde bu deyime bir karşılık vardır: 'Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu.'
Çevirisi, altyazısı son derece profesyonelce yapılmış filmlerde bile şu üç sözcükte hep mantık hatası çıkıyor, ben deliriyorum...
1. Adam telefonda eşiyle konuşuyor. Kadın telefonu kapatmadan önce 'Gitmem lazım' diyor. Oysaki evde ve bir yere gittiği yok! Yalan da söylemiyor. Ee? İngilizce'de bir telefon deyimi olan (I have to go) 'Gitmem lazım' aslında bizim dilde 'Kapatmam lazım' anlamına gelir.
2. Biri diğerine bir iyilik yapıyor. Borçlu olan teşekkür ediyor, alacaklı olan da karşılık veriyor; (Any time) 'Her zaman'... Burada kastedilen, kişi 'ne zaman isterse' arkadaşının aynı iyiliği yapacağı. O halde kısa yollu cevap vermek istersek, 'Rica ederim', ya da daha iyisi 'Ayıp ediyorsun' tam karşılık olabilir.
Geçen yıl korsan film satan bir adamın tezgahında meşhur bilgisayar oyunu uyarlaması filmin (Resident Evil) akıllara ziyan çevirisiyle karşılaşıp dumur oldum. Filmin adı şöyle tercüme edilmişti: Sakin Şeytan!
Bu ne yahu ! Güler misin, ağlar mısın? Biraz düşününce çevririnin nasıl gerçekleştiğini anladım. Evil : Şeytan , tam karşılığıdır. Burada bir sorun yok. Ama iş Resident sözcüğüne gelince burada sorun var. Belli ki adam açmış sözlüğü, bakmış, Resident'in karşılığına... (Resident : Bir yerde ikamet eden, oturmakta olan, sakin. ) Şimdi ne yapsın garibim? Biden fazla sözcükle tarif edilen bir kavram var. Ama duuur, çözümünü buldu cingöz (!)... Ne diyor, sakin... ( Oysa bir yerin sakininden bahsediliyor) O zaman işte sana çeviri : SAKİN ŞEYTAN.

Sanatçı bir nedir?

Efendim, sanatçı kimdir, nedir, kimlere denir?
Her sanat dalıyla ilgilenen kişiden sanatçı olur mu?
Özgün eser vermemiş kişi sanatçı mıdır?
Sanatçı toplumun önünde ve örnek mi olmalı, şart mı?
Sanatçıya bu unvanı kim verir? İçinden çıktığı halk mı, yoksa eleştirmen mi?
Sanatçı yaşadığı yüzyılda anlaşılmaz mı?
Devletin sanatçısı olur mu? Memurdan sanatçı olur mu?
İzninizle bu tartişmalara bir nokta koymak istiyorum.
Hepsi olur, hiçbiri olmaz.
Niye mi?
Sanatçı, bana göre, daha dün yaptığı şeyleri bile beğenmediği için gerekirse kendini bugün 'öldürüp' yarın yeniden 'doğurmayı' göze alan kişidir. Yeri geldiğinde içinden çıktığı topluma 'ihanet' (!) edip insana sadık kalabilen kişidir.
Sanatçı, kendini, içinden toplumunu ve elbette dünyayı hep yeniden kavramaya, tanımlamaya, anlamlandırmaya çalışan kişidir.
Bu tanım gereğince benim 'sanatçı'mın herhangi bir sanat dalı ile uğraşması bile gerekmez. İşe kendi ham taşını yontmakla başlayan bir memur emeklisi, bir doktor, bir çiftçi de bana göre düpedüz sanatçıdır.
Sanatçılık benim için bir unvan değil, bir yaşam biçimi, bir yaşamı algılama gözlüğüdür. Sanatçı, savaşçıdır.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.