Fanatizm, beni dehşete düşüren, aklımın sınırlarını zorlayan bir olgu. Herkesin zihninin canavarlarını kontrol etme biçimi vardır. Ben yazarım. Yazar ve her türlü canavarı anlamlandırarak hapsederim satırlarımın içine... İsimlendirebildiğim şey, daha az korkutur beni. İsmini koyarsan, sahip olursun belki! Bununla beraber yazmayı da yıkıcı bir eylem olarak kullanan çok sayıda insan var.
Sosyal medyada yer alan siyasi haber ya da videoların altına yapılan yorumlara baktıkça midem bulanıyor. En yakası bağrı açılmadık küfürler, birbirini bulsa oracıkta soğukkanlılıkla öldürebilecek bir kin ve nefret dalgası... Ne zaman böyle olduk biz? Ne zamandan beri fikirlerimiz sorgulanamaz oldu Ne zamandır beynimizin denetimden ve ahlaki tavırlarından sorumlu prefrontal lobunu aldırdık? Sözün kısası, toplumun sadece küçük bir kısmını oluşturan fanatikler, ne zaman genele yayıldı ve toplum vicdanını kuşattı? Misal, Soma'da 300 civarında madencimizin yanısıra toplumsal olarak aklımızı, sağduyumuzu, vicdanımızı da yitirmiş görünüyoruz...
Bir insan neden fanatik olur? Düşüncesi ne olursa olsun, insandan mukaddes olgu var mı gözümüzün görebildiği alanda? Oysa fanatik, bir şarkıcı için kendini, takımı için bir şehri ateşe verebilir. Bir politikacı için herşeyini feda edebilir. Bir insan, nasıl böyle sevebilir? Korkmak mı gerek, saygı mı duymak bu sevgiye? Demek ki ben gerçekten hiç sevmedim, tatmadım bu duyguyu...
Kendini belki hiç tanımamış, belki hiç tanımayacak; zerre faydasını göremeyeceği bir kişi ya da olguya taparcasına bağlanmak sağlıklı bir zihnin yapacağı iş mi? İhtimal, yanılıyorum. Böylesine karşılık beklemeyen bir duygu, sevginin tanımını daha da değiştirip derinleştirmiyor mu? Gerçek sevgi fanatizm mi yoksa?
Kendi inanış sisteminde, tüm insanlık için doğru bulduğu değerler uğruna, toplamda insanlık için kendisini ya da bir avuç kişiyi feda etmeyi bir yan etki olarak algılayabilir algısı biraz çarpılmış kişi. Oysa bilir, dinlerde bir insanı öldürmenin tüm insanlığı yok etmekle eşdeğer sayıldığını...
Bir takım için beslenen karşılıksız ve öfke seline bulanmış sevgi, düşmanı çok sevmek değil de nedir? Mesleği ne olursa olsun, bir futbol takımını uğruna öldürebilecek derecede sevmek, kimlik değerlerinin ailede yeterince oluşturulamamış olduğunun en belirgin kanıtıdır bana göre.
Holigan, dünyanın her yerinde benzer yapıya sahiptir. Sosyo ekonomik imkanları genellikle zayıftır. Kendini her sosyal sınıftaki kişiyle eşitleyebilecek tek aktiviteye katmaktadır. Doğasından gelen azgınlığın kılıfını bulmuştur. Onu akıtacak mecrayı bulmuştur.
Her türden fanatik, yürürken gölgesini göremeyen insandır. Aklının duvarları içindeki "yok"luğunu, futbol takımı ya da ait olduğu bir başka grupla dengeler. Yürüdüğünde bir öbeğe karışmalıdır ki gölgesizliği fark edilmesin. Birilerini ötekileştirmeden mevcudiyetini anlamlandıramaz. Bu yüzden ötekine, düşmanına şiddetle ihtiyaç duyar. Haykırdığı, tezahürat yaptığı takımın rakip takım olduğunu fark etmez bile. Hayranı olduğu asıl şey, kendi varlık ispatı olan düşmanıdır çünkü. Her gün aynı duayı tekrarlar bilmeden.
'Bana düşmanım lazım. Onu parçalar, kemiklerini sıyırır, kanını içerim şah damarından dökülen... Onunla beslenir, onunla ürer, çoğalırım. Büyürüm düşmanımın içinde bir parazit gibi. O, benim aynadaki aksim. O yoksa, ben yokum. Dostum, yorulduğumda dinlendiğim döşeğimdir. Düşmanım, susayınca içtiğim suyum! Onunla bütünlenir, onunla var olurum.'
Fanatiğin inandığı şey, herkesin bilgisinden daha 'kesin' sanki... Kendi varoluş amacını bu kesinlikle koşut görüyor. O bilgi orada olmazsa, kendisi de artık varolmayacak sanıyor.
Kesinliklerini en derinlere göm! Kesinlerin senin fanatizmin, kesinlerin empatinin bitişi ve düşmanlığın başı, kesinlerin gelişiminin de sonudur. Hayatta kesin olan tek şey nasıl ki ölümse, sen de kesinlerine karar verdiğin gün öldün demektir. Sana düşmanın gerekmez. Sen sensin ve sen olduğun için de değerli ve gereklisin bunu unutma. Senin varolabilmen için bir düşmana ihtiyacın yok. Asla da olmadı. Anlamadığın şeye karşı ve düşman olur, kendinin onun üzerinden tanımlarsın. 'Birini yenmek için onu anlamalısın. Birini tamamen anladığında ise onu sevmemen imkansızdır' denir Ender's Game isimli filmde. Ne harika bir sözdür. Bu milletin asıl buna ihtiyacı var.
Adam gibi bak, sonra karar ver!
Bir bankada para yatıracağım, sıra bekliyorum. İki kişilik bir koltukta bankanın güvenlik görevlisi böyle yayılarak oturmuş. Bacak bacak üstüne de atmış. Oooh! Yanına oturabiliyorsan otur! Sinir oldum. Hayır zaten sen görevlisin, niye oturup bir de çift kişilik yer kaplıyorsun, diye düşündüm. Bu arada aklıma bankayla ilgili bir soru geldi, hemen görevliye sordum.
'Abi bizim banka olsa söylerim ama malesef ben bunların uygulamasını bilmiyorum' demez mi? Şaşkınlıkla adamın rozetine baktım -ki daha önce bakmamışım- adam hakikaten de diğer bankanın görevlisi, burada sadece (aynen benim gibi) müşteri olarak bulunuyor. Mesai arasında gelmiş diye üstünde üniforması var. Yani sinir olmaya zerre kadar hakkım yok!
Bir an düşündüm. Doğru dürüst bakmadan, analiz etmeden, gözlemeden sadece kılığına kıyafetine bakarak nasıl da hemen peşin hüküm veriyoruz. Nasıl ötekileştiriyoruz... Kendi dikkatsizliğimizi, kendi hatamızı nasıl da başkasının sırtına yüklüyor, bir de ondan nefret ediyoruz.
Bir düşünün bakalım, sizin hayatınızda 'Başka bankada çalışan' kaç tane güvenlik görevlisi var?