Her sabah taze bir başlangıçtır benim için, tüm insanlık için... Yeni umutlar, yeni heyecanlar, yeni mutluluklardır, belki bir hüzün, bir sevgi...
Bunun için her sabah, insan olduğuma şükreder, "Ben mutluyum da acaba yan komşum öyle mi, ya şu köşedeki bakkal, hemen karşımdaki manav, şu parkta gevrek satan delikanlı mutlu mu" diye bir düşünürüm ister istemez...
İşte bu yüzden kimi zaman kırılgandır bakışlarım, belki mutsuz, belki çaresiz...
Çünkü ben insanları mutlu gördüğümde, yaşama sevincimi hissederim. Paranın mutluluk getirmediğine inanların çoğaldığı, bir gülümsemekle hayat veren insanların etrafımızı çevirdiği andır benim mutluluğum...
***
Ben her sabah uyanınca, akıl hastanesinde tedavi gören insanları düşünürüm. Onlar bütün bu kaosun tam ortasında aslında ama değiller de... Yaşama geldiklerine pişman olduklarını bile hissetmeden, başka bir dünyanın misafirleri sanki... Yükleri çok ağır ama farkında değiller. Onlar bu toplumun üyeleri, saygı görecekleri yerde yalnız bırakılanlar aynı zamanda...
Yalnızlıkları ömük boyu..
Yaşadıkları dram, tüm sorunların üstünde; biz ise onların yaşadığı acıların bile farkında olmadan, herşeyden şikayetçiyiz. Sorunlar yumağıyız adeta...
***
Hiçbir şey bir kadının acıyı, talihsizliği, umutsuzluğu, mutsuzluğunu onaramaz. Hiçbir yürek, hiçbir polis, hiçbir sosyal hizmet görevlisi...
Hele dayak yiyen, aşağılanan... Eşi tarafından ezilen, şiddete maruz kalan, suratına yumruk yiyen, dayaktan yüzü gözü şişen; can havliyle karşı çıkıp adamın yüzüne çizince de, kendisine güya yardıma gelen güvenlik görevlisi tarafından tartaklanan, kendisini "Kendimi korumak hakkım değil mi" diye savununca, "Siz çok fazla dizi film izliyorsunuz galiba" diye dalga geçilen kadınların yaşadığı çaresizliği düşünürüm her sabah...
Çünkü o polis inanır ki, adam karısına vurur vurmasına haktır da, ola ki kadın aklını kullanıp yaşam hakkını savununca nağmerttir, suçludur.
Tıpkı önceki gece, İzmir'in göbeğinde, Karşıyaka'da yaşandığı gibi...
***
Sınırda nöbet tutarken, elinde yavuklusunun fotoğrafı can veren; yüreğindeki vatan sevgisiyle, bizlerin huzuru için, Atatürk Cumhuriyeti'nin ilelebet payidar kalması için "cansiperane savaşan" Mehmetçik, hiç aklımdan çıkmaz benim...
Onlarla yatar, onlarla kalkarım.
Umutlarını tek bir sınava bağlayan gençlerin, işinde ilk günü yaşayan memurun, hastalığı ilerlemiş hastasına gerçekleri söylemekte güçlük çeken bir doktorun, ilk ürününü biçen çiftçinin, iflas eden bir işadamının, yavrusunu ilk kucağına alan bir babanın, uçak, otobüs korkusu olduğu halde, binmek zorunda kalan ve ortalama 12 saat yolu ölüm korkusuyla geçiren insanların yerine koyarım kendimi...
Evet bunu yaparım, insan olduğum için yaparım. Yapmazsam insanlığımdan şüphe ederim çünkü...
***
Zira insan olmanın birinci koşulunun, hayata bakışla eşdeğer olduğunu bilirim. Kötülük yaparsam insanlıktan çıkacağımı, iyilik yaşatırsam ödülünün sevgi olduğuna inanırım.
Bu sevgi beni ayakta tutar, bu sevgi beni yaşatır.
Kandırmak, aşağılamak, ezmek, hönkürmek değil, karşımdakini anlamakla bir tutarım hayatı... Çünkü bilirim ki, karşımdaki insanın acısını, fikirlerini, sıkıntılarını paylaşmak benim insanlık borcumdur.
İnsan olmanın "biricik" koşuludur.
GÜNÜN SÖZÜ
Dedikodu, basit ruhlu insanların eğlencesidir.
Corneille
Türkiye'nin çatıları kitapta toplanmış!
Bir şehre girdiğimde ilk baktığım evleridir, yerleşim düzeni ve çatıları...
Evet çatıları... Çünkü toplumsal yaşam hakkında ipucu verir bana çatılar; yıkık dökükse kaderci, düzenli ve bakımlı ise "değerli" bir izlenim bırakır bende...
Her şehrin, her bölgenin, her ülkenin kimliğidir çatıları... Çünkü zirveden, uçaktan, helikopterden baktığında bir fikir verir geleceğin şehri hakkında çatıları...
Çatılar güvendir, gelenektir, kimliktir.
***
Dikkat edin; çatısı olmayan, düz duvara bakan binalar sevimsizdir, manasızdır. Hem güven sorunu yaşatır hem de sağlık açısından handikaptır.
Kışın soğuğu, yazın da aşığı sıcağı hissederseniz, akıtması da cabası...
Demek ki, çatı önemli.
***
Türkiye'de çatı sistemlerinin önemli isimlerinden Onduline, "Türkiye'nin Çatıları" adlı kültürel bir çalışmaya imza atmış...
Adeta bir görsel şölen...
Bünyamin Aygün'in çektiği fotoğraflar eşliğinde anlatan çatılar, Türkiye'nin çok renkliliğinin de bir göstergesi aynı zamanda...
Çünkü, ülkemizde çatı kullanımı açısından ansiklopedik bir değere sahip olan kitapta, ülkenin her şehrinden, her bölgesinden evler, çatılar ve yaşam kaliteleri öne çıkıyor.
Çarpıcı fotoğraflarla birlikte...
çatıların moderni de var, klasiği de; gelenekseli de, baştan savma olanı da... Derme çatma olanı da var, briketleri binbir emekle dizileni de...
Yani kitap tam bir "Türkiye evleri atlası"...
***
Kitabın sayfalarına bakınca hem Türkiye'nin şehirleşme çabasına tanık oluyor hem de ne kadar vurdumduymaz olduğumuzu görüyoruz.
Aynı zamanda hem çağdaş hem de gecekonducu ruhumuzu da...
Kare kare, satır satır...
Büyük kentlerin şehirleşmede ne kadar yol aldığını, kimilerinin ise bir o kadar yerinde saydığını da..
Çatı, insan yaşamından bir değer, bir fikir...
Ve "Türkiye'nin Çatıları" bizlere çok şey anlatıyor.