"Zamanım yok - çalışıyorum, çocuklarım var ve ailem sadece onların peşinden koşmamı istiyor. Egzersiz yapmak için hava çok sıcak/ soğuk/yağmurlu/rüzgarlı ve ayrıca işten sonra hiç enerjim kalmıyor. Kariyer değiştirmek için çok yaşlıyım - işverenler hep daha genç ve daha zeki insanları istiyor. Asla bir eş bulamayacağım çünkü tüm iyi olanlar kapılmış. Bunu karşılayamam - bu ekonomik iklimde olmaz. Kırk yaşın üstündeyim ve hormonlarım yüzünden kilo veremiyorum, bu yüzden denemeyi bırakmalıyım. İşe giderken trafik her zaman kötü, bu yüzden geç kalıyorum. Sağlıklı akşam yemekleri yiyemiyoruz çünkü hem çocuklar yemiyor hem de yemek yapmayı sevmiyorum." Bu cümleleri ya da farklı versiyonlarını her dakika üretiyoruz! Dürüst olmak gerekirse bu bahanelerden birkaçını ben de kullandım, bu yüzden bunlardan herhangi birini kendinizde görüyorsanız, yalnız değilsiniz.
BAHANELER
Kendimizi korkularımızdan korumak için bahaneler üretiyoruz. Konfor alanımızın sınırlarını zorlama başladığımızda bahaneler üretiyoruz. Yapacağımızı söylediğimiz şeyi yapmadığımızda kendimizi haklı çıkarmak için bahaneler üretiyoruz. Kendimizi rahatsız hissettirebilecek bişeyi öğrenmekten kaçınmak için bahaneler üretiyoruz. Ve sonunda bu düşünme ve davranma biçimi bir alışkanlık halini alıyor. Zamanla, koşullarımız için gerçekleştiremediklerimiz için ya da çaba harcamadığımızdan dolayı kötü hissetmemek için, dış etkenleri suçlamaya alışıyoruz ve bu durum otomatik bir tepkiye dönüşüyor. Diğer tarafta bize öğretilenler de bunu pekiştiriyor, destekliyor. Üst düzey yetkililer ya da yöneticilerimiz tarafından, hayatlarımızın mükemmel olmamasının bizim hatamız olmadığı, ekonomi, hükümet, küreselleşme, suç oranları, ticarileşme, bankalar veya acımasız ortam gibi makro düzeydeki faktörlerden kaynaklandığı beynimizin içine işleniyor. Ya da mikro düzeyde, patronlarımızın, iş arkadaşlarımızın, ebeveynlerimizin, DNA'mızın, eşlerimizin, çocuklarımızın, komşularımızın veya evcil hayvanlarımızın hatası olduğu benimsetiliyor.Üstüne üstlük, çoğumuz modern hayatın yükselen kaosu karşısında bunalmış hissederken bir tarafta yapay zeka diğer tarafta kavram karmaşaları ile savaşırken bu durum da eklenince tamamen kontrolden çıkıyor, bu abartılı dünyada rolümüzün ne olduğunu bile kavrayamıyoruz. Gerçekte, hayatlarımız üzerinde düşündüğümüzden daha fazla kontrolümüz var. Ve suçu ne kadar çok dışarda ararsak, sağlıklı, mutlu ve tatmin edici bir hayatın tadını çıkarma olasılığımız o kadar düşüyor. Memnuniyetsizliğimiz için insanları ve koşulları suçlayarak sahte bir hayat yaşamak inanın en büyük yaşam israfı. Çünkü kişisel sorumluluk eksikliğimiz zihinsel ve duygusal sağlığımızı çok ama çok etkiliyor. Artık tüm kötü alışkanlıklar gibi, bu hiçbir faydası olmayan düşünce tarzımızı farkedip, hayatımızın kontrolünü yeniden kazanma zamanı gelmedi mi sizce de? Sahiplenmeyi inşa etmenin ilk adımı bu ilk tepkiyi fark etmek ve oynadığımız rolü kabul etmektir. Sahiplenme önemlidir çünkü olmamız gereken kişi olmamızı sağlarken aynı zamanda doyum sağlamamızı ve başkalarına bir amaç doğrultusunda yardım etmemizi de sağlıyor. Özgür olmak istiyorsak hayatımızın sahipliğini üstlenmek önemli. Peki sahiplenmeyi nasıl yapacağız? Gerçekle yüz yüze gelerek başlayabiliriz.
GERÇEĞİ SÖYLEMEK
Peki gerçek nedir? Gerçeği keşfetmek savunma kabuklarımızı yavaş yavaş soymayı gerektiriyor. Hikayelerimiz, inançlarımız , ego ve deneyimimizin sorumluluğunu alabilmemizi , onları savurmamayı... Bahane ürettiğimiz zamanlara dikkat edelim. "Sana yardım ederdim ama işte çok meşguldüm. Sadece gerçeği söylersem üzüleceğini bildiğim için yalan söyledim. Her gün o sokaktan geçiyorum ve herkes hız sınırını aşıyor." Her durumdaki savrulmaya dikkat edin. Konu, kendimiz dışındaki bir şeyi suçlayarak itibarımızı kurtarmaya çalışmak. Ama içten içe gerçeği biliyoruz. Sadece durumu kabullenmeyi kendimize yediremiyoruz. Aslında gerçek şu; "Sana yardım etmedim çünkü yapmamayı seçtim. Bunun yerine başka bir şey yapmayı seçtim. Gerçeği söylemedim çünkü senin bende yarattığın hayal kırıklığıyla yüzleşmek istemedim. Hızlı gittiğim için ceza yedim." Gerçeği söylemek basit ve özgürleştiricidir. Dürüst olmazsak kendimiz olamayız. Ayrıca kendimize karşı dürüst olmazsak zararlı davranışları tekrarlama olasılığımız daha da yükselir. Ancak ne yaptığımızı keşfettikçe, neden o şeyi yaptığımızı anlamaya geçebiliriz. Bu, davranışlarımızın sonuçlarıyla karşılaşmayacağımız anlamına gelmez, dürüst olmamanın ek yükünü taşımadığımız anlamına gelir. Dürüst olduğumuzda, başımızı dik tutabiliriz. Artık yarı gerçeğin gölgesinde gizli gizli dolaşmaktan da kurtuluruz. Dürüstlük bizi özgürlüğe ve dönüşüm olasılıklarına götürür. Dürüst olmaktan ya da kendi düşüncelerimiz, eylemlerimiz için sorumluluk almaktan kaçındığımızda kendimize karşı nazik davrandığımızı düşünebiliriz, ancak aslında dayanıklılığımıza veya gerçeği ele alma yeteneğimize güvenmiyor, kendimizi küçümsüyoruz. Aslında hiçbirimiz düşündüğümüz kadar kırılgan değiliz. Hayatımızı yaratan her seçim bizim kontrolümüzde. Kendimize karşı şefkatli olalım ve yaptığımız şeyi neden yaptığımız ve izin verdiğimiz şeye neden izin verdiğiniz konusunda dürüst olalım. Bu her zaman iyi hissettirmese de...
SEFKAT GÖSTERİN
Uzun yıllar duygusal taciz görmüş bir danışanım vardı. Kendi payına düşen sorumluluğu almak yerine tüm suçu eşine yüklemeyi tercih etmiş biri. Bu yapılan davranışın ne kadar ağır ve yanlış olduğu gerçeğini gözardı etmiyor kesinlikle ve bu davranışın onun hatası olduğu anlamına da gelmiyor, çünkü değildi. Ancak bu noktada onun rolünüzü fark etmeniz önemli. Döngünün tekrar etmesine izin vermemesi , gelecekte farklı seçimleri olduğunu kendisine hatırlatması. Kendinize şefkat göstererek, neden o ilişkide kaldığınızı sorabilirsiniz. Finansal istikrar yüzünden mi? Eşinizi sevdiğiniz için mi? Ayrılmaktan veya yalnız kalmaktan mı korkuyordunuz? Burada yargılama yok, sadece dürüst olun. Partnerinizin size bu şekilde davranmasını nasıl kolaylaştırdığınızı ve nasıl suç ortağı olduğunuzu kendize sorun. Belki de onun için bahaneler uydurarak, sınırlar koymayarak ya da onun kurallarıyla devam ederek... Tekrar ediyorum, bu sadece bir bilgi, kendinizi suçlamanız için bir davet değil. Özgürlük, bir seçeneğimiz olduğunu bilmekten gelir. Neye inanacağımızı seçebiliriz. Buna inanmak zorunda da değiliz. Ancak bu özgürlüğe sahip olduğumuzda harekete geçebiliriz. Taciz edici bir ilişki durumunda, kendinize "Geri zekalı ve dikkatsiz olduğumu söyleyen biriyle birlikte olmak ister miyim?" diye sorun. Sonra ne yapacağınızı seçebilirsiniz çünkü düşüncelerinizin ve eylemlerinizin sahibi olduğunuzu bilirsiniz. Dürüst olmak çoğu zaman rahatsız edicidir, ancak her zaman bir seçeneğiniz olduğunu fark etmek güçlendiricidir. Tekrar ediyorum, kendinize şefkat gösterin ve anlık sahip olduğunuz bilinç seviyesi ile hareket ettiğinizi bilin. Bu sizi farklı bir seçim yapabileceğiniz yeni bir bilinç seviyesine ulaştırır. Kendinize verebileceğiniz en büyük armağanlardan biri, eylemleri, kararları ve tepkileri başkalarının beklentileri ve kararlarından etkilenen bir yan karakter olmak yerine, kendi hayatınızın kahramanı olmayı öğrenmektir. Tepkisel, pasif kurban zihniyetinden uzak, kendinizi şikayet ederken farkettiğinizde yeniden değerlendirip: "Bundan ne öğrenebilirim? Daha büyük resim nedir?" diyebildiğiniz huzurlu bir hafta olsun!