Türkiye ekonomisi bir süredir potansiyel büyüme hızının altında kalan bir performansa razı olmak zorunda kalıyor. Büyüme hızı yüzde, 5-5,5 civarındaki potansiyel büyüme hızına ulaşamayınca doğal olarak işsizlik oranı da yükseliyor.
Geçen hafta TÜİK işgücü verilerini açıkladı.
Buna göre işsizlik oranı yüzde 14,7 seviyesine yükselmiş Ocak ayında. Kısa bir bilgi; bazı veriler gibi işsizlik oranı da gecikmeli geliyor. Tarım dışarıda bırakıldığında sanayi ve hizmet gibi ana alanlardaki istihdamı yansıtan tarım dışı işsizlik oranı ise yüzde 17 sınırına, genç nüfus olarak tanımlanan 15-24 yaş aralığında işsizlik oranı da yüzde 26,7 düzeyine gelmiş.
İŞGÜCÜNE KATILIM
TÜİK'in son açıkladığı verilerin satır arasında şu gerçek dikkat çekiyor. Önceleri işsizlik oranı yükselmesine rağmen istihdam edilenlerde artış gözlemlenebiliyordu. İşgücüne katılım arttığı için istihdama rağmen işsizlik oranı ister istemez yükseliyordu. Ancak Ocak ayında hem istihdam edilenlerde hem de işgücüne katılım oranında azalma olmuş. Bu yüzden işsizlik oranı da belirgin bir sıçrama yapmış.
Şu anda Türkiye'de işgücüne katılım oranı yüzde 52,2 seviyesinde... OECD ortalaması yüzde 65'ler civarında. Türkiye'de işgücüne katılımın düşük kalmasının nedeni ki kronikleşmiş bir neden diyebiliriz, kadınların katılımının yüzde 33'lerde kalması. Erkeklerde bu oran yüzde 72'lere kadar çıkıyor. İşgücüne katılım oranı yükseldikçe işsizlik oranı da düşecek.
İşgücü piyasası ile ilgili diğer önemli bir sorun da her 3 çalışandan birisinin sosyal güvenlikten mahrum olması. Kayıt dışı çalışanların oranı TÜİK verilerine göre Ocak ayında yüzde 33,1 seviyesinde gerçekleşmiş. Sosyal güvenlikten mahrum çalışanların en fazla asgari ücret aldıkları biliniyor. Dolayısıyla bu istihdamın hem ekonomiye hem de kendisine yapacağı katkı ne yazık ki oldukça sınırlı kalacaktır.
Çünkü emeklilik için primi yatmadığı gibi adına gelir vergisi de ödenmiyor. Daha da önemlisi geliri düşük olduğundan talebe ve tasarrufa katılımı etkisiz oluyor.
İşgücü piyasasında ortaya çıkan resim yukarıda özetlediğimiz gibi...
200 ÜRÜNÜN 49'U BİZDE
Resme bakınca net bir şekilde şu gerçek görülüyor; Türkiye'nin sahip olduğu en önemli üretim faktörlerinin başında beşeri sermayesi geliyor. Genç nüfus oranı yüksek. Bu zenginliği kesinlikle kullanmak zorundayız. Kullanabilmenin de tek yolu hem sanayide hem de tarımda üretim yapmaktır.
Üretim yapmayıp ithalat yaptığımızda sadece bize ihracat yapmış olan ülkenin işgücüne katkı sağlıyoruz.
Yüzde 4'ün altında bir işsizlik oranına sahip Amerika bile ithalat değil ihracat yapmanın yollarını arıyor. Üretim merkezlerini Çin'den taşımak istiyor.
Üretim tabi ki hem iç talebe hem de dış talebe göre devam etmeli. Türkiye İhracatçılar Meclisi gayet güzel ihracat stratejisi belirledi. Dünya ticaretinde en çok payı alan 200 ürünün 49'u ülkemizde üretilebiliyor.
Bu ürünlerin üretimine hızlı bir şekilde ağırlık verilebilir. Bu ürünlerin üretimi için gerekli işgücü envanteri çıkarılıp, her seviye için işgücü yaratacak eğitim planlaması yapılabilir. Aslında bu gerçekten uzak işgücü yetişiyor. Örneğin ihtiyaç fazlası beyaz yakalı işgücü ortaya çıkarken, asıl ihtiyaç duyulan ara seviyeler için işgücü arzı yetersiz kalıyor. İstihdam konusunda yazılacak çok şey var. Ama uzatmayayım.
Formül gayet net; üretim ve ihtiyaca uygun işgücü arzı yaratacak eğitim modeli...