Para Politikası Kurulu, Nisan ayı toplantısında da beklendiği gibi politika faiz oranını değiştirmedi, yüzde 14'te tuttu. Son toplantı metinlerinde iletişim politikası çerçevesinde "uygulanan politikaların sonuçlarını izleyeceğiz" mesajı ile faiz oranını değiştirmeyeceği sinyalini güçlü şekilde vermişti. Dolayısıyla faiz kararı kadar güçlü olan iletişim politikasına yönelmişti piyasalar. Acaba gerek enflasyona bakışı ve bu doğrultuda vereceği mesajlarda değişiklik olabilir mi sorusunu bir umut akıllarından geçirmişlerdi. Ne yazık ki faiz tarafında aksiyon almayan Para Politikası Kurulu yine iletişim politikasını da pasif düzeyde kullanmayı tercih etti. Daha doğrusu iyimser şekilde kullanmayı yeğledi diyebiliriz. İyimser olmasının nedeni de enflasyonun nedenleri konusundaki gözleminden kaynaklanıyor. PPK Türkiye'deki enflasyonun nedenlerini neredeyse yurt dışı gelişmelere bağlıyor. Evet, bir kısmı yurt dışı gelişmelerin Türkiye'ye yansıması... Ama yarıdan fazlasında da da içsel nedenlerin etkisi olduğu bir gerçek.
DIŞSALVE İÇSEL FAKTÖRLER
Pandeminin gecikmeli etkisi kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamışken bir de buna Ukrayna Rusya savaşı eklendi. Pandemi tedarik zincirinde aksamalara, talep arz dengesinin bozulmasına neden olmuştu. Bu yüzden özellikle taşımacılık ve lojistik sorunları ülkeleri üretimin temel girdileri konusunda daha da muhafazakâr yaptı ve maliyet tarafından enflasyonlara baskılar geldi. Savaş da enerji ve tarımsal emtia fiyatlarını kontrolden çıkardı.
Neyse uzatmayayım. Artık hepimizin hâkim olduğu hatta tanık olduğu gelişmeler. Türkiye için sorun şurada başlıyor. Küresel düzeyde petrol, doğalgaz ve tarımsal emtialardaki artışı oranı ile bizdeki artış oranları arasında farklar var. Çünkü kur faktörü devreye giriyor. Zaten Merkez Bankası bu gerçeği kabul ediyor. Nereden çıkardın derseniz yanıtı kolay. Enflasyon ile mücadelenin odak noktasına kur artışının baskılanmasını koyuyor. Nasıl mı? Birincisi cari açığın sürdürülebilir olması ki bu da döviz açığının makul seviyede kalması anlamına geliyor ikincisi ise liralaşmaya özel vurgunun devam etmesi. Tasarrufların lirada kalması ve bu sayede döviz talebinin frenlenmesi hedefleniyor.
BAZ ETKİSİ DEVREYE GİRER Mİ?
Merkez Bankası dövize olan talebi baskılarsam yılın son aylarında nasılsa baz etkisi de devreye girecek ve dezenflasyonist süreç başlayacak tespiti yapıyor. Umarız Merkez Bankası'nın bu beklentisi gerçekleşir ama hiç de kolay olacak gibi görünmüyor. Özellikle bizim ekonomimiz açısından çok önemli aktörler olan iki ülke arasındaki savaşın devam etmesi ve bunun sonucunda enerji fiyatlarının düşmemesi ve cari açığa olumlu katkı yapacak turizm sezonunun olumsuz etkilenmesi enflasyonun düşüş trendine girmesini geciktirir. Eğer aylık enflasyon oranlarında yılsonuna doğru düşüş olmazsa baz etkisi de devre dışı kalabilir.
Tabi yukarıda çizdiğim resim kötü senaryoyu yansıtıyor. Kesinlikle bu senaryonun olmamasını ümit ediyoruz. Zaten bunu vurgulamaya gerek yok. Bu senaryonun olasılığını hatırlatmak istememin nedeni Merkez Bankası bozulan beklentileri ve fiyatlama davranışlarını ki bunlarda enflasyon üzerindeki ataleti artıran unsurlar, düzeltecek güçlü iletişim politikası benimsesin. Büyüme değil enflasyon önceliği olduğunu piyasalara aktarsın.
Bizim dışımızda yükselen enflasyon ve yılsonuna doğru baz etkisiyle kendiliğinden düşecek enflasyon tespiti devre dışı kalmış politika faiz oranının yanına eklendiğinde ileriye yönelik beklentilerin kontrol edilebilmesi ne yazık ki mümkün olmuyor.