Eğer enformasyon ve dezenformasyon yarışıyorsa, at iziyle it izi birbirine karışıyorsa internet kullanıcıları olarak orada 'dururum'.
Eğer birbiriyle çelişen her iki seçmen grubu da 'Bu Amerika'nın işi' diyor, her olayda Amerika ve İsrail parmağı arayacak kadar aynı olguyu fail olarak gösteriyorsa halklar olarak orada 'dururum'.
Eğer eylemlerin ekonomik zararı, hesap edilebilir boyutları aştıysa, attığımız taş ürküttüğümüz sıcak parayı kaçırmaya başladıysa vandallar olarak orada 'dururum'.
Eğer vatandaş sokaklarda birbiriyle çatışacak duruma geldiyse, eğer özlemle beklediğimiz bir gençlik, bugün sağ sol çatışması gibi bir ortamda kaybolup ülkeme geri dönülmez bir zarar verecekse aileler olarak orada 'dururum'.
Eğer şiddetten ve ötekileştirmeden yakınıyorsak bugün ve yıllardır yok sayılan, ötekileştirilen, 'cahil' diye küçümsenen bir kitle yarattıysak ve o kitle bugün dahi 'orantısız zeka kullandık' gibi sözlerle hala hakir görülüyorsa büyük bir yanlış, korkunç bir kısır döngü üretilmektedir, orada 'dururum'.
. Eğer olayın tarafları yerine magazinel isimler üzerine vazife çıkarır da konuyla ilgili 'fosforlu kedi gözleri' yorumları yapılmaya başlanmışsa izleyici olarak tv seyretmeden orada öyle 'dururum'.
Eğer işimi kaybetme korkum, haber verme özgürlüğümü baskılıyorsa gazeteci olarak orada 'dururum'.
Eğer bazı meslek gruplarının tümden tavır almalarına yol açacak bir süreç içindeysek, hükümet olarak yanlış anlamaları düzeltmek adına orada 'dururum'.
Eğer benim yıllardır beceremediğim muhalefet görevini vatandaş 'başsız' bir şekilde örgütlemişse, artık meydanlarda benim simgemi dahi görmek istemiyorsa yanlışlarımdan ders almak için orada 'dururum.'
Eğer dün benim 'özlenen liderlik anlayışı' olarak görülen yolum bugün statükoculuk olarak algılanıyorsa, dün yanımda olan bir seçmen kitlesi bugün 'Ne oluyoruz?' diye soruyorsa biraz düşünmek için orada 'dururum'.
Eğer sandık dendiği, plebisit dendiği halde vatandaşın sandığa güveni kalmamış bir tavır içindeyse, bu güveni yeniden tesis edene dek orada 'dururum.'
Eğer 'Çözüm süreci' ve 'Başkanlık sistemi' gibi, 'Nükleer güç olma' gibi dünya devleti olmaya gidecek bir yolda böyle bir sorunla karşılaşırsam orada 'dururum'.
Eğer eylemler yurda geri dönülmez zarar verme noktasına gelirse, eylemciler olarak orada 'dururum'.
Eğer vatandaşımın talepleri -haksız dahi olsa- iş canların yitip gitmesi noktasına vardıysa devlet olarak orada 'dururum.'
Eğer 'Duran adam' gibi şiddet içermeyen, son derece zeki, dünyaya dahi örnek olabilecek bir eylem çeşidi üretebildiysek, polis olarak orada 'dururum'.
Benim hala ümidim var
Aslında sizin yerinizde olsam, gazetede sadece Pazar yazıları yazan ve o yazılarda da tam da Pazar'lık konulara el atan (kadınlar, ilişkiler, hayat, medya) bir yazardan çok büyük beklentiler içinde olmam.
Zaten yetiştiriliş ve yaradılış gereği nazik olmaya çalışan, ifadelerini seçerek kullanan, toplumsal hassasiyet noktalarında yeşil ışığın yanması için sabırla bekleyen biriyim.
Yazılarımda da ortak noktalar olarak; toplumda güçsüzün güçlüye karşı en büyük kozu olan mizaha sıkça başvurmam, kişilerden çok sistemleri, sonuçlardan çok nedenleri araştırmam, zaman zaman aynı görüşte olmadığım kişilere dahi empatiyle yaklaşıyor olmam, hep acaba üçüncü bir bakış açısı olabilir mi diye oturduğum pozisyonu değiştirmem sayılabilir. Ancak üç haftadır ekonomik istikrara zeval verse de gündemdeki istikrarını sürekli koruyan Gezi olaylarında (Son yıllarda gündemi 48 saatten fazla meşgul eden konu hatırlıyor musunuz?) ne türlü düşünürsem düşüneyim, hep aynı noktada takılıp kalıyorum.
İki haftadır konuyla ilgili insani gözlemlerimi ya da sosyolojik bazı tesbitlerimi sizlerle paylaşmaya çalışıyorum. Buna rağmen yazı bitti, dilde tüy, klavyede harf bitti. Bununla birlikte ne eylem bitti ne de eylemin karşısındaki güç olan devlet baba geri gitti... Şimdi sussam gönül razı değil, yazsam beyhude... İyisi mi bu girizgahtan sonra ben size Bülent Akyürek'in kitabı 'Güzel Susma Sanatı'ndan yaşanmış bir öykü anlatayım, olsun bitsin...
'Kars'ta bir yerel televizyon, halkın arasına karışarak gündelik hayata dair röportajlar yapıyor. Muhabir, yaşlı bir amcaya mikrofon tutup 'Nasılsın dayı, eyi misen?' diye sordu.
- Şükür oğul, canı taşırem, eyiyem, çoh eyiyem. (...)
- Şehirden, hizmetlerden memnun musun?
- Nası söz!
- Validen, kaymakamdan, belediye başkanından?
- Hiç eyle olur? Bizim ağzımız dövlete ne diyebilir?
- Yani memnunsun.
- Allah dövlete, millete, kaymakam bege, bölediye başganımıza zeval vermesin. (...) Dövletimiz, kaymakamımız, başganımız, şanlı ordumuz başımızdadır, her ne olursa bir fiil o dakika yanımızdadır. Ben vatanıma nası serzeniş ederem? Amma, benim derdim başkadır.
- Allah'ına gurban dayı, söyle nedir?
- Doksan sene önce buraya Ruslar girdi ya?
- He girdi.
- Hani bu belediye binalarını, okulları, çeşmeleri, istasyonu Ruslar yaptilar ya? (...) Heç benim dövletime milletime sözüm olur mu? Ben aha bu Rusların avradını, bacısını...(...) Doksan sene önce bu kaldırımları, caddeleri yapıp gittiler, bir gün olsun bir kere Kars'a gidek, yollar bozuldu mu, kanallar tıkandı mı demediler. İnsan bi gelir de bakar buralara, heç beyle olur?'
Anadolu insanının demeden deme, lafı gediğine oturtma yeteneği ve pratik zekası üzerine daha gözel hikaye heç oluur? Demem o ki sevgili okur, benim bu toprağın insanından hala ümidim var...