Aylar önce 'Balbay'a Özgürlük' manşetini en büyük puntolarla atan tek gazete Yeni Asır'dı. Bizim gazete olarak bu tutumu takınmamızın nedeni, Mustafa Balbay'ın sadece meslektaşımız olması değildi; tam olarak demokrasi inancımızdı.
İki itirazımız vardı. Birincisi, Mustafa Balbay'ın yargılanması sırasında bazı usul hataları yapılmaktaydı. Oysa bize göre, insanları özgürlüklerinden koparmışken ve onların hayatının bundan sonraki kısmını cezaevinde geçirmelerini talep ederken hukuk, usul hataları veya hak ihlalleri yapamazdı.
İkincisi, Mustafa Balbay bir milletvekiliydi ve onu Türk halkı kendi adına TBMM'nde yasama görevi yapsın diye seçmişti.
Balbay tutuklu iken seçilmişti ve halk onu seçerken onun durumu bilmekteydi. Milli iradenin kararı yargıçların kararından daha bağlayıcı bir karardı. Nitekim yargı kararlarını "Türk milleti adına" vermiyor muydu?
***
Peki, Mustafa Balbay masum biri miydi ki biz onun özgürlüğünü talep ediyorduk? Balbay suçlu da olabilir suçsuz da, yargılamanın son aşamasında şayet suçluysa hapse girer, ancak o gün gelene kadar özgürce halkın verdiği yasama görevini yapmalıydı.
Nitekim Anayasa Mahkemesi verdiği kararla Mustafa Balbay'ı yargılayan mahkemenin 'hak ihlali' yaptığını, Balbay'ın 'milletvekili görevini yapamadığını' ortaya koydu.
Yani Yüksek Mahkeme milli iradenin kararının en bağlayıcı karar olduğuna hükmetti.
Sonuçta Balbay'la ilgili karar Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğunu bütün dünyaya göstermiş oldu.
***
Ancak hukuki bir haksızlık düzeltilirken siyasi bir haksızlık yapılıyor. Mustafa Balbay'ın özgürlüğünü kazanmasından dolayı sevinenler nedense bütün bu sürecin hukuki alt yapısını hazırlayan Başbakan Erdoğan ve Hükümetine tek bir teşekkür dahi etmediler.
12 Eylül 2010 Anayasa referandumu yapılmamış ve Anayasa Mahkemesi'ne kişisel başvuru hakkı tanınmamış olsaydı Mustafa Balbay şimdi bu özgürlük sevincini yaşayabilir miydi?
Balbay'ı sevenlerin unuttuğu bu teşekkürü umarım Mustafa Balbay unutmaz.