İzmir Fuarı, bu kent için bir katma değerdir; İzmir'i bugünlere taşıyan, dünyaya açan, toplum kültürüne "çağdaşlık" normunu kazandıran bir marka...
Ama gelin görün ki, İzmirli bunun farkında değil artık.. Çünkü, çekiciliği kalmamış, unutturmuş, gözden düşürmüşler Fuar'ı...
Eskileri tekrar tekrar anıp, nostaljik hüzünle süslemek istemiyorum yazımı... O, geçmişte kaldı oysa bugün önemli...
Çünkü, eskiden fuarı gezmek için, ağustos ayını iple çeken İzmirli şimdi, "Eylül'de gel" çağrısına bile yabancı...
Hem de 9 Eylül'de, özgürlüğe kavuştuğu günde...
Nasıl olsun ki, koca İzmir, bayrak asmaktan bile aciz artık... Kendi bayramını unutuyor İzmirli, geçmişine saygısını bile yitiriyor.
Oysa fuarın bütünleştirici bir yanı vardı, kente kimlik kazandıran...
Önce bunu hissetmeli.
***
Bunun en büyük kanıtı, Lozan kapısında yapılan açılış törenleriydi, işte o günler tıklım tıklım olurdu Fuar...
O Lozan girişinde yaşanan coşkuyla, köşe bucak dolardı fuar... Bir de acılış şerefine giriş ücretsiz olunca herkes bir bütün olurdu.
Neymiş efendim, trafiği kilitliyormuş bu tür açılışlar, kentin dinamiğini bozuyormuş...
Kilitlesin efendim, bozsun... İzmirli, yılda bir kez, kendi markasını yaratan bu dünya etkinliğine saygı duysun, onunla yaşasın...
Elinde kalan bu, tek değerle...
Şimdi, açıkhava tiyatrosunda bir avuç konukla yapılan açılışı kim gördü, o "sıradan" coşkuya kim tanık oldu?
Hiç kimse...
Çünkü halk bu tür açılışlara yabancı, içinden gelmiyor katılmak... o görkemli kalabalıklara alışkın, kenti harmanlayan coşkuya...
Daracık bir sahnede yaşanan o keşmekeşe niye tanık olsun ki... O kahrolası sıradanlığa...
Bu yıl da herkes bir başak havadaydı, sahte gülücükler, sıkışık tepişmeler...
***
Düşünün 80 yıldır bir şarkımız yok yahu... Bir Fuar şarkısı bile yok, akılda kalan, sürükleyen... Melih Kibar'ın besteleriyle daha ne kadar idare edeceğiz?
Bunu gazeteci dostum Vecdi Altay da hatırlattı bana, gerçekten doğru; tangosu var bildiğim, şarkısı yok.
Oysa İZFAŞ bir yarışma açıp, fuarın şarkısını besteletebilirdi; tıpkı Eurovision gibi...
Ama yapılmadı bugüne kadar, kimsenin aklına da gelmedi, hayret...
Oysa fuar uluslararası.... Dünyaya açılan bir pencere, bir dünya markası... Ancak onu tanıtan, onu yansıtan bir şarkısı bile yok.
Filmlerde fon olmuş, dizilerle özdeşleşen, tiyatrolarda ün kavuşan bestelerle avunan bir dünya literatürü...
Artık fuarın bir şarkısı olmalı ve yarışma duyurusu bugünden yapılmalı... Öyle ki, seneye o şarkıyla, Lozan'da binlerce kişinin katılımıyla açmalıyız dünyaya o kapıları...
Fuar'dan başka neyimiz kaldı ki!..
Yeni Asır'da neşe var, eğlence var
Şimdi İzmir Fuarı'na gidin, gezerken hayretler içinde kalcaksınız, çeşit olarak iş makinelerinden başka bir şey yok sanki! Eskiden dünya ayağımıza, her açıdan gelirdi. Şimdi ise "yok"ları oynuyoruz. Yani geçen seneyi aratan bir manzara...
Benim izlenimim, yoğun ilgi gören iki standın olması...
Biri, onur konuğu il Denizli'nin standında İzmir Denizlililer Derneği'nin düzenlediği özel köşe, ki burada geleneklerimiz, unutulmuş nice değerlerimiz var, sergi ve defileleriyle...
Diğeri de bizim Yeni Asır'ın standı...
Böyle bir coşku görmedim ben...
Binlerce İzmirli akın akın koşuyor standımıza... Hem gazetemizi incelemek hem de eski Fuar gecelerini yansıtan, neşeye, eğlenceye tanık olmak için...
Sahnede bir Mikrop Hikmet var, bir Koray Güler, bir de Grubal Enfeksiyon...
Üçü de İzmir'in eğlence hayatına renk getiren, coşku yaşatan isimler... Müzik, alkış sesleri hiç kesilmiyor buradan...
Yeni Asır, Fuar'da bir ölçüde, unutulan "gazino" havasını yaşatıyor, üstlendiği "Egelilik" bilinciyle...
Twitter çıktı mertlik bozuldu!
Bilinçli konuşmayı sevmeyen ama dedikodu yapmaya bayılan insanıma ilaç gibi geldi, şu twitter denilen illet...
Hatta artık moda...
Sözleri, tarzı, küfürleri, saldırmaları, yerden yere vurmaları, atıp tutmaları...
Facebook'ta, nasılsa kullandığı sözcüklere hakim olan insanım, twitter'de, Allah ne verdiyse sıralıyor.
Bu nedenle, özel twitter takipçileri bile çıktı. Her şeyde onların ismi geçiyor; partilerde, kokteyllerde, gazetelerde...
Şimdi özellikle magazin sayfalarında gazeteci ara ki bulasın, twitçiler var baş köşede... Köşe yazılarında, röportajlarda, twitter dilinden anlayan holiganlar, işletmeciler sarmış sayfaları...
***
Eleştiriden bunalan bir futbolcu, öfkeli, sinirli, sıcağı sıcağına maçtan sonra bir şey söylüyor, beş dakka sonra karşı taraftan yanıt hazır: "Ulan ben senin..."
Oysa söz konusu muhatabı eskiden gazeteci arar, bulur, yanıtını alırdı.
Şimdi tam tersi, internetin başında oturanlar, bir de twitter'e üyeyse anında, kanlı dokuya siniyor.
Çünkü bütün iç çekmeler, hayasızca saldırılar, küstahça dayılanmalar bu sitede... Sözün ayarı yok, ağzına ne gelirse...
***
Hal böyle olunca, insana saygı da kalmadı, yaşama heyecanı da... Twitter herşeyi alıp götürdü insani değerlerden...
Dedikoduyu çok seven, onu bunu çekiştiren, yüreği delikanlı olana gücü yetmeyen kimi şirretlerin yuvalandığı yer oldu twitter...
Artık ünlüler, hasmına burada saldırır, binlerce hayranı vardır, onlara hava atar. Karşılıklı konuşmaya gücünü yetmez ama buradan sallar allah saldırır.
Bu yüzden, gazeteler artık buradan besleniyor, televizyonlar buradan nemalanıyor. Çünkü hoşgörünün bittiği yerdir orası...
Bu sayede dedikodu kazanır.
Artık, insanı yaralayan, lekeleyen, yaşama sevincini elinden alan bir organizmadır twitter...
***
Oysa her şey ne kadar masumane başlamıştı, Facebook'ta olduğu gibi; dostça, hatırşinas olacaktı her şey; twitter'a giren sevdiği insanları takip edecek, yıldızlara ulaşacak, onlarla dertleşecekti.
Ancak ipin ucunu yine kaçırdık.
Bakın gazetelerin manşetlerine, televizyonların ilk magazince haberlerine... Twitter'cıların atışmaları var, hem de alaylı ağzıyla, hiç çekinmeden, arkadan vura vura...
Şimdi diyeceksiniz ki, bu twitter sevdasına, gazeteciler de, politikacılar da kapılmadı mı?
Kapıldı, kapıldı da; işte bu yüzden seviye iyice düştü, mesleki ahlak kalmadı.
Dikkat edin çocuklarımız da aynı tehlikenin kucağında...
Artık, "Ulan ben senin" ya da "Ananın..." nidaları daha çok atılmaya başladı, "yapma oğlum, yapma kızım" dediğinde ise yanıtı hazır...
"Akşam tiwitledim baba, orda gördüm, şu diziden iki şarkıcı birbirine küfür ediyordu..."
Sözün özü, teknolojiyi de, dedikodunun kör kuyusuna attık iyi mi?
SÖZÜN ÖZÜ
İyiyi yapabildiği halde, yapmayan bir insan, suç işlemiş sayılır.
Pestolozzi