Nisan ayından bu yana ekonomi gündemi büyük oranda Merkez Bankası'nın politika faiz oranına ve enflasyona yaklaşımı ile meşgul oluyor. Para Politikası Kurulu (PPK) iletişimde değişikliğe gidip "gerekli durumda ilave sıkılaştırma yapabilir" yerine "politika faiz oranı enflasyonun üzerinde olacak" söylemine geçmesiyle durum biraz değişti. Bir yerde güçlü diyebileceğimiz iletişimin yerine gri tonda net olmayan bir iletişim geldi.
Şu gerçeğin altını çizelim; İletişim politikaları merkez bankaları için en güçlü araçlardan bir tanesidir. Hatta pandemi sürecinde en önemli aracı haline geldi. Çünkü pandemiye bağlı olarak iktisadi faaliyetlerin önce yavaşlaması sonra sektörel düzeyde ayrışmalar ile faiz oranları için hareket alanı belirgin bir şekilde azaldı.
Aynı zamanda küresel ekonominin hem az hem talep yönlü yaşadığı kriz doğal olarak belirsizlik ve risk algılarında farklılaşma yarattı. Bu yüzden iletişim politikaları ile merkez bankaları piyasaları yönlendirmeye çalıştılar ve piyasaların önünden gitmeye çalıştılar. Merkez Bankası ise tam olarak piyasaların önünden gidemiyor. Çünkü parasal aktarım mekanizması sağlıklı çalışmıyor.
Açık bir ifade ile politika faiz oranını diğer faizler pek takip etmiyor. Mevduat faizleri kısmen paralel giderken kredi ve tahvil faiz oranları asimetrik seyir izliyor.
HIZ KAYBETMİYOR
Zaten sorun da tam bu noktada başlıyor. TL mevduatlarından tatminkar getiri elde edemeyen tasarruf sahipleri alım gücünü korumak için yabancı paraları tercih ediyorlar.
TÜİK "Finansal Araçların Reel Getirileri" çalışmasını dün yayımladı.
Mevduat nominal getirilerinden hem TÜFE'yi hem de Yİ-ÜFE'yi arındırarak reel getirileri hesaplıyor. Bir yıllık getiride mevduat sahipleri yüzde 7,9 kaybetmişler. Yani 100 TL'lerinden 7 lira 90 kuruşları buharlaşmış ve ellerinde 92 lira 1 kuruşları kalmış. Bir ay ve 3 aylık dönemde de enflasyon arındırılmış getirisi ise ne yazık ki sıfırlarda kalıyor. Tahviller için de aynı durum geçerli. Tahvillerin 1 yıl süre için reel getirisi yüzde -10,62 olmuş.
Tahvil yatırımcısının da her 100 lirasının 10,6 lirası enflasyona gitmiş.
Sonuçta dolarizasyon süreci reel getirilerin yetersiz kalması yüzünden hız kaybetmeden devam ediyor. Bu da dövize talep anlamına geliyor ki kurların yükselmesi de kaçınılmaz oluyor. Görüldüğü gibi politika faiz oranının olması gereken seviyesi sağlıklı ayarlanamadığında finansal istikrarda bozulma görülebiliyor.
FAİZLER İNMELİ AMA
Reel kesime yansımaları da sınırlı kalıyor. Faizin aşağı çekilmesinin temel nedenlerinden birisi kredi kanallarının açılması... Firmaları ticari krediler ile yatırım yapmaya teşvik etme yani. Ama son 5 yıllık verileri aldığımızda faiz indirimlerinde bankalar tabi kamu bankaları hariç kredi koşullarında kolaylığa pek gitmemişler. Daha da önemlisi firmaların yatırım iştahlarının artması da mümkün olmamış. Finansman maliyetinin düşürülmesine yönelik uğraşlar hedefe ulaşmadığı için enflasyona olumlu geçişi de beyhude kalmış. Kısacası fiyat istikrarına da pek katkı sağlayamamış.
Şu gerçekle yazımı sonlandırayım.
Faizlerin yüksek seviyelerde olmasının ekonomi açısından ne kadar zararlı olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Ekonomiye giriş kitaplarının birinci sayfasında sıralanıyor zararları.
Tabi ki faiz oranları oldukça makul seviyelerde olmalı. Ancak önemli olan faizlerin inişi için koşulların hazır hale getirilmesi. Merkez Bankası politika faiz oranını aşağı çekmeli ama zamanlamasını doğru yaparak.