Bugünün anneleri, çocuklarına "Senin için saçımı süpürge ettim!" diye serzenişte bulunmuyor, çünkü hem günümüz süpürgelerinin saçımızla uzaktan yakından alakası yok hem de bu "ölümüne fedakarlık" hallerini, artık aklı başında hiç kimse kutsamıyor.
"Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim" anlayışı kısmen devam ediyor etmesine ama bir noktadan sonra temel formül şu: Ben iyiysem, çocuğum da iyi; ben mutluysam, çocuğum da mutlu.
Ona iyi bir hayat sunmak için çabalıyorum, çünkü bu benim sorumluluğum.
Peki benim, kendime karşı olan "iyi yaşama sorumluluğum" ne olacak?
"İyi yaşama sorumluluğu"...
Başucu kitaplarımdan İnsan Olmak'ta geçiyor bu güzel tabir.
İlk baskısı 1983 yılında yapılmış bu çok kıymetli kitapta şöyle diyor Prof. Dr. Engin Geçtan: "Sorumluluk denince çoğu insanın aklına, ailesi, çalıştığı kurum ve dostlarına karşı 'görevleri' gelir ama kişinin kendisine karşı görevi olan 'iyi yaşama sorumluluğu'ndan pek söz edilmez." Pek değil, hiç söz edilmez hem de!
2018 yılında aramızdan ayrılan, ancak eşsiz güzellikteki eserleriyle yolumuzu aydınlatmaya devam eden Prof. Dr. Engin Geçtan, "İnsan Olmak" kitabında nasıl da güzel izah etmiş:
YAŞAMA YÜREKLİLİĞİ
"Önce kendine, sonra başkalarına' ilkesi ilk bakışta bencilce bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Ne var ki, bir insan ancak kendisine verebildiğinde diğer insanlara da 'gerçek anlamda' verecek bir şeyi olur. Örneğin çocuk, ihtiyaçlarını bir görev yaparcasına karşılayan ana-babadan çok, kendisini dürüstçe 'yaşama' ve yaşama doğrudan 'katılma' yürekliliği gösterebilen bir ana-babayı yeğler. Çünkü yaşayan ve ona nasıl yaşanabileceği konusunda örnek olabilecek bir modele ihtiyacı vardır. Buna karşılık, kendi yaşama sorumluluğunu üstlenemeyen ve yaşama katılacağı yerde diğer insanları seyrederek eleştiren ana-babalar, ellerinde olmadan çocuklarının da kendilerini yaşamalarını engellerler."
LİSTENİN EN ALTINDA
Yazının başında bu "ölümüne fedakarlık" halleri artık eskisi gibi kutsanmıyor dediysem de, özellikle annelerin bazen bu tuzağa çekildiğini görmek üzücü. Hayatını "çocukların okulu- evin düzeni" ekseninde organize eden, bunu yaparken de kendi varlığını yapılacaklar listesinin en altlarına bir yerlere sokuşturan kadınlardan söz ediyorum.
Ha keza, babalar da benzer "sorumluluklar" ve de "zorunluluklar" nedeniyle, gözünün feri sönmüş, mutsuz, enerjisiz halleriyle ebeveynlik yapmaya çalışıyorlar.
Korkunç değil mi? Farkında olmadan ve bütün iyi niyetimizle, hem de her şeyden önce onları düşünerek (!) çocuklarımıza nasıl da zarar verebiliyoruz!
Engin Geçtan, bu noktada bir tespitte daha bulunuyor: "Kendisini ortadan silercesine özveride bulunan bir insan, aslında kendisine karşı da bir sorumluluğu olduğunun farkında değil.
Dahası, bu sorumluluğu üstlenmemek için yakınındaki kişileri kullandığının da farkında değil."
HAYATIN MATEMATİĞİ
Sonuçta kendi "iyi yaşama" ihtiyacını görmezden gelen, bunun için de en yakınındakileri birer araç, birer bahane olarak kullanan mutsuz anneler babalar, kendilerine benzeyen mutsuz bireyler yetiştiriyorlar. Çünkü hayatın matematiği farklı işliyor; iki yarım, nasıl toplarsan topla asla bir bütün etmiyor!
Anne ve baba, kendi yarım (!) hallerini tamamlayamadan, çocuklarının mutluluğuna da hizmet edemiyor.
Yarımı bütüne tamamlamak da, hayatın her alanında istek, emek ve çaba gerektiriyor. O halde -hiç değilse çocuklarınız için- var mısınız, kendinize karşı olan "iyi yaşama sorumluluğunu" layığı ile üstlenmeye?