Hayatın kendine göre, hiç şaşmayan bir matematiği var.
"Azı karar, çoğu zarar" şeklinde formüle edilebilir.
Bir uçtan diğerine savrulmamak, hayatın o matematiğinden sapmamak için bazen çok ama çok zorlanıyoruz.
Örneğin özgüven meselesi. Yetersiz olanı da kötü, yersiz olanı da!
Özgüven yönünden örselenmiş çocukların bir yanı, hiç büyümüyor mesela.
Anne ve babalarından göremedikleri 'o azıcık takdir'in peşinden koşuyorlar ömür boyu. Sırf bu yüzden patronları, eşleri, arkadaşları tarafından durmadan sömürülüp, yine de o yetersizlik duygusundan kurtulamıyorlar.
Yersiz özgüvenin o zavallı komikliği de bir başka mesele... En çok da annelerin sınırsızca şımarttığı erkek çocuklarda bulunuyor. Az okumuşluğun getirdiği sınırlı kelime hazinesiyle konuşmalarının her paragrafı, adeta "Merhabalar, ben yersiz özgüven" cümlesiyle başlıyor.
Toksik annelerin böbürlenerek söylediği "Benim oğlum" diye başlayan o cümlelerin zavallı kurbanları...
DENGELER, DENGELER...
Dengeyi tutturmak gerçekten zor.
Hele çocuk büyütürken.
Özgüveni yerinde olsun tamam ama ya takdiri fazla kaçırırsak...
Açık sözlü olsun eyvallah da, ya küstah olursa!
Ne istediğini bilen, bunu da rahatlıkla ifade edebilen bir insan olmakla, kabalaşmak arasında incecik bir çizgi var çoğu zaman... Her gözün görmediği.
Denge ararken sınırlara çarpıyor insan ister istemez....
BENDEN AMA BENIM DEGIL
Benim sınırım, senin sınırın... Saygı burada başlıyor. Çocuğa da saygı duymak gerekiyor. Bunun için de önce ayrı bir birey olduğunu kabullenmek, "Benden ama benim değil" diyebilmek gerekiyor...
Çok küçük yaşlardan itibaren kendisi ile ilgili bazı karar süreçlerine katılımını sağlamak, fikrini almak, gerekirse iyi ve kötü yanlarıyla bir meseleyi konuşmak, kesin yasaklar koyup "Ben böyle istiyorum" demek yerine, "Bunu böyle yapmalısın çünkü..." şeklinde ikna etmek şımartmak değil, kişilik geliştirmesine katkıda bulunmak aslında.
Yok artık öyle eskilerin ağzının ortasına vurup susturduğu çocuklar, olmamalı da...
İleride kendi düşüncelerini rahatlıkla ifade edemeyen, gördüğü yanlışlıklar karşısında sesini çıkaramayan hayattaki öncelik sıralamasında asla kendine yer bulamayan mutsuz bireyler olmalarını istemeyiz değil mi?